Akdeniz Kültür ve Edebiyat Başkenti Kepez Çalıştayı

 






















Antalya’nın kültür ve edebiyat alanındaki yerini ve işlevini güçlendirmeyi amaçlayan 'Akdeniz Kültür ve Edebiyat Başkenti Kepez’ Çalıştayı, Kepez Belediyesi'nin ev sahipliğinde Antalya Valisi Hulusi Şahin, Kepez Belediye Başkanı Mesut Kocagöz ile Antalya'nın kültür, sanat, edebiyat, eğitim ve kitabiyat alanlarındaki sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin ve bahse konu alanların önemli kanaat önderlerini katılımlarıyla 22 Kasım Cumartesi günü Mimar Sinan Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilecek.

Edebiyat: Buradan Nereye?!? <=> QUOVADIS O EXISTENTIA?!?

 

















Annibale Carracci (1560 - 1609); 'DOMINE, QUOVADIS?' (1601 - 1602),  National Gallery, Londra.




 

Jacques Roubeau, Raymond Queneau, Italo Calvino, Georges Perec ve diğer ‘L’ouvroir de Littérature Potentielle (Oulipo)’ ekibine; düşüncenin sebatkâr münzevisi, felsefenin yal(a)vacı, en şedit argumentateur ve asabi çilekeş Ludwig Wittgenstein’a; ‘yazdıklarımla örtüşmeyen hakikate çok yazık!’ diye(bile)n uçurum gözlü, bıyıkları barikat o Prusyalıya (mazrufumun ve zarfımın inşasına katkıları yüzünden) müteşekkirim.[1]

Varoluşun tunç yasası, adaletin kadim umdesi, hayatın tabii akış prensiplerinden biridir: ‘Eşit olmayan şeylere eşitsizlikleri nispetinde eşit olmayan muamele eşitlik ilkesiyle çelişmez.

                                                                                                                          

1* prologue: exıstentıa’dan LITTERATURA’ya, ya oradan nereye?!

quovadis o exıstentıa (nereye ey varlık)’ soru cümlesi (dil felsefesi, hermenötik ve edebiyat kritiği bağlamlarında) QUOVADIS O HUMANITAS (nereye ey insanlık)’ sorgulamasının genel halidir. Benzer şekilde QUOVADIS O ARS (nereye ey sanat)’ sorusu bir önceki soru cümlesinin özel bir halidir.  Ve nihayet QUOVADIS O LITTERATURA (nereye ey edebiyat)’ sorgulaması da ondan öncekinin kapsama alanı içerisindedir. QUOVADIS O LITTERATURAdenildiğinde mercek altına alınan problematiğin aslındaquovadis o exıstentıa olmaklığı işte bundandır. Ontik & ontolojik boyuttan epistemik & epistemolojik bağlama geçiş ve oradan da yeniden ontik & ontolojik bağlama varış (bir çeşit bengi dönüş / ewige wiederkunft) bu kavramların referans verdikleri anlam uzaylarının iç içe olmasından ve birbirlerine gönderme yapmasındandır[2]. Bir diğer deyişle bahse konu antitelerin arasında ‘Çin Seddi’ değil, olsa olsa bir ‘The Thin Red Line (İnce Kırmızı Hat) vardır.[3]

Muhatabının an itibarıyla içinde devindiği çalışmanın protagonist teması olmaklığı hasebiyle tekrarlamakta fayda görüyorum: ‘Edebiyat: Buradan Nereye?’ sorusu işte bu yüzden [başlıktaki denklemin (çift taraflı göndermenin) de ‘îmâ ettiği üzere] demektir ‘NEREYE BURADAN, EY VARLIK!?!’

2* Varoluşun simülasyonu olarak sinema[4]

Her biri (Güneş Sistemimiz gibi) en az 200 milyar yıldız sistemi içeren (biri de Samanyolu Galaksimiz olan) minimum 500 milyar gökadanın oluşturduğu (belki sonsuz, belki değil, ama her durumda muazzam büyük) Evren’in tamamını panoramik olarak gösterir kamera(man) ilk önce; ardından adım adım zoom yapılır. Ekranda bütünden parçaya, sonra parçanın parçasına ve sonra onun da parçasına doğru fraktal bir mimariyle ilerleyen görüntüleri izleriz. Derken, hızla yaklaşan bir nesnenin en sonunda görüş alanımızı ve onun sabitelerinden olan ufkumuzu arsızca istila etmesini andırırcasına (karanlık uzaydaki o mavi nokta) Dünya dolduruverir ekranı / perdeyi. Zoom süreci devam eder; Kuzey Yarım Küresi, Doğu Akdeniz Çanağı ve Likya – Pamfilya – Kilikya hattını görmemiz işte bu sürecin finaline doğru gerçekleşir. Nihayet tâife-i şuarâ’nın[5] ve onların ruh ikizi sayılabilecek patolojik seviyede duyarlı personanın ‘‘algıladığın fizikî halimden fazlasıyım’ diye fısıldıyor sanki buralar!’ diyerek huşû içinde şerefine kadeh kaldırdıkları ve sunaklarına armağanlar bıraktıkları Athaliah’daki bir falezde, deniz seviyesinin kabaca 25 metre yukarısındaki (kan kırmızısı renkleri ve insanın içini bayıltan kokularıyla algı kapılarını zorlayan çiçeklerinin Dasein’ı neşelendirdiği) bir çardağın altına yerleştirilmiş masanın etrafında oturan üç erkeğe odaklanır kamera.

Dostlarının Natural Born Moderator diyerek tabii liderliğini benimsedikleri, ondan pek de haz etmeyenlerinse mesafeli davrandıkları, hatta ‘Dominant Dayı’ diyerek istiskal etmeye çalıştıkları, kırklarında gösteren, yalvaç edalı ve fit görünümlü MrZ[6]; bir açıdan otuzlarında görülen, bir başka perspektiften bakıldığındaysa ‘altmışlarında galiba’ dedirten, kendisini ‘avam ana karasının unsurlarıyla havas kozmosunun komponentlerinin otantik bir melezi’ olarak konumlandıran, bu satırların yazarının da dahil olduğu tanıyanlarının bazılarına göre ise ‘bahis konusu zıt kutupların hibritleşmesiyle oluşan bir antitenin ancak pastiche’i (hatta karikatürü) sayılabilecek bir profil veren’ Alemfüruz Saçışık Bahtiyarruhzade (ASB)[7] ve Vulkan ırkının temsilcisi Mr. Spock ile onu mürşidi bilen Dr. Shaldon Cooper’ın soğuk, metalik, duygusuz ve keskin mantığının Aralık 2025’deki bedenlenmiş hali ve felsefe ile logos’un kripto yalvaçlarından Müellif-i Tractatus Logico-Philosophicus’un güncellenmiş versiyonu denilebilecek (buz yeşili gözlerine bakmakta zorlanacağız, taş çatlasın yirmilerinin ikinci yarısını sürdüğüne hükmedebileceğiniz karizmatik) Givelight Cheerfullsoul (GC)[8] idi bunlar.

3* Biz neredeyiz ve olan ne bize?

‘Bir soru, başka bir deyişle, her türden sanat disiplini ile felsefe, bilim, metafizik ve teolojinin müşterek bir meselesi var gündemimizde’ dedi MrZ, gözlerini kısıp kütlesinin olanca ağırlığıyla masaya yüklenerek ve devam etti: ‘bu da ister istemez bir problem alanıyla yüzleştiriyor bizi.’ Aynı anda sordu ASB ve GC: ‘Neden bahsediyorsun?’ ‘Buradan Nereye?’ diyerek yanıtladı MrZ. ‘Biraz açar mısın’, deyip arkasına doğru kaykıldı ASB; başını, ‘tasdik ediyorum’a yorulabilecek bir jestle aşağı yukarı hareket ettiren ve ‘bence de sorunu detaylandırmanda fayda var’, diyen GC müdahil oldu sürece. ‘Meseleyi edebiyat alanıyla sınırlayarak devam ediyorum öyleyse. Parçası olduğumuz dehr’de’, diye açıklamaya başladı MrZ ve sürdürdü diskurunu, (tam da bu sırada GC ‘dehr kavramlaştırmasına katılmıyorum’ diye düşündü, ama bunu dillendirmedi ve MrZ’nin argümantasyonuna odaklandı) ‘‘olan – olmakta olan – olacak olanın diyalektik akışında, bunca şeyden sonra ve bütün bunların ardından edebiyat mümkün mü, mümkünse faydalı mı, faydalı ise etik mi?’ bu işte dostlar o mezkûr soru.’ ‘Çokça dillendirilir ‘bir şey diğer her şeyle ilişkilidir’ argümanı, metafizik mahiyetli her iddia gibi bunu da safsata addedip atanlardanım çöpe’ diyerek bağlamdan kopuk gibi görünen bir bildirimde bulundu GC. Müzâkerenin diğer iki bileşeni ‘ne alâkası var şimdi bunun konumuzla?!?’ der gibi bakıştılar bir an.

Küresel iklim değişikliği yüzünden, bilinen tarih boyunca hükmü altında olduğu Akdeniz İklim rejiminin yanı sıra son yıllarda bazı subtropikal klimatolojik karakterleri de kuşanır oldu Levant havzası. Karayiplere özgü endemik bir kuş türü olan Mellisuga helenae’nin Attalia faunasının parçası olmasını buna bağlıyor uzmanlar. İşte o türün bir ferdinin, bir dişi arı sinek kuşunun[9], gölgesine sığındıkları çardaktaki keskin rayihalı kırmızı çiçeklerin nektarını emmesi, eş zamanlı olarak da dakikada 4,500 kereden fazla çırptığı kanatlarının çaldığı egzotik ve kinetik ezginin âdeta havada asılı kalıvermesi; (MrZ’nin dillendirdiği, GC’nin ise katılmadığını zihninden geçirdiği) o argümanın amir hükmü gereği midir, bilinmez, müzâkere eden üç erkeğin gözbebeklerinin sözleşmişçesine birbirine kilitlenmesini ve bazı felsefi ekollere göre ‘aktığı hissedildiği için geçmişten geleceğe doğru ivmelendiği düşünülen’, diğer bazılarına göre ise ‘dünü yaşanılan AN üzerinden yarına bağlayan, başka bir deyişle, anıları şimdinin pratiklerinde yeniden kurarak beklentileri şekillendiren dinamik ve lineer bir süreklilik olduğu düşünüldüğü için aktığı hissedilen’, yâni, her şekliyle sürekli hareket halinde olduğunda ittifak edilen bir antite olan zamanın donmasını, mekânın hatları eriyen bir uzaya, hacmin ise boyutsuz bir fenomene dönüşmesini (‘tetiklemişti’ denebilir mi emin değilim, şöylesi daha uygun sanki:) öncelemişti[10].

Dişi arı sinek kuşunun süper hızlı kanat çırpmasının bir fotoğraf enstantanesi gibi donmasını ve söylediği ezginin notalarının maddi nesnelere dönüşüp havada asılı kalmasını SEBEP, bu metafizik olaya muhatap olan üç arkadaşın sohbetlerini kesip birbirlerinin gözbebeklerine odaklanmalarını ve tam bu sırada gerçekleşen AK(A)MAYAN ZAMAN antitesinin uzay-zaman sürekliliğinde neden olduğu anomaliyi (diğer bir deyişle kozmik distorsiyon menşeili bir başka fizikötesi fenomeni) SONUÇ olarak etiketlemek ampirizmden beslenen katı bir pozitivist yaklaşımdır (buna dair yapılabilecek daha ileri okumaların yeri bu metnin hudutlarının ötesindedir). Neyse ne, biz şimdi gelin yine o üçlünün çevirdiği muhabbete odaklanalım, zîra tartıştıkları ‘edebiyat: buradan nereye?!’ sorusunun cevabı bizi de ilgilendiriyor, hem de yakından.

Dişi Arı sinek kuşunun konserine ara vermesini fırsat bilen MrZ, donan zamanı yeniden kinetize etmek adına ‘‘böylesi bir çağda mümkün mü, makbul mu, makul mu edebiyat?’ sorusunun, ‘bütün olan – bitenden, yaşanılan onca şeyden sonra sanatın, felsefenin, bilimin manası ne?’ sorgulamasının bir özel hali olduğuna, meselenin önemine binaen, bir kez daha atıf yapıyorum’ diyerek sohbeti derinleştirdi ve ‘gir artık topa!’ dercesine bir nazar attı ASB’ye.

4* Kozmoloji, kuramsal fizik ve sonsuz elemanlı kümelerin sanatla rezonansı

MrZ’nin muz ortasıyla havada süzülen ‘Edebiyat: Buradan Nereye?’ problematiğini göğsünde yumuşatarak tartışma masasının dirseklerini dayadığı ve göğsünü yasladığı kısmına indiren ASB, (duçar olduğu alerjik rinit yüzünden sinüslerinden genzine akan mukusu, benzeri durumlarda hep yaptığı üzere, âdeta at gibi kişneyerek, temizledikten sonra, teatral bir ifadeyle) başladığı tiradına. Onun havasa ve avama özgü form ve muhtevayı mezcetmesini temelden farklı değerlendiren (MrZ, ASB’nin hibrit kuramlaştırma profilini olumlarken, GC bu anlatı tekniğini benimsemeyen, hatta sakil bulan taraftaydı) müzakerenin diğer tarafları ‘bu mevzuda nasıl bir sentez yapacak acaba?’ merakı içinde kulak kesilmişler, ASB’nin melez yaklaşımın ‘Edebiyat: Buradan Nereye?’ sorunsalı özelinde nasıl çalışacağını anlamaya odaklanmışlardı[11]. ‘Karmaşık konuları, derin teorileri ortalama zekâsı ve ortalama kültürü olanların anlayabileceği basitlikte anlatabilmenin zorluğu ortada. Bunu sağlamak adına, anlatıda ‘antagonist versus protagonist tansiyonu’ gibi hem edebi kurgunun hem de dramaturji teknolojisinin komponenti olan çözümlere baş vurmanın işe yaradığını pratiklerimden biliyorum. Avam kalabalıkların havas içeriklere odaklanmasını destekleyen bir başka etmen de kaliteli anlatıları, en dekadansından olmak kaydıyla, mavra sınıfından temalarla harmanlamaktır’, bir müddettir solosuna ara veren dişi arı sinek kuşu tam bu noktada şakıdı tekrar. Üç kafadar, ‘kuşun konseri ve tetiklediği paranormal alâmetler başlıyor mu yeniden?’ dercesine çardağa çevirdiler bakışlarını. Kuş sustu, zaman o bildik (kronolojik, psikolojik ve termodinamik) akışını sürdürdü, kozmik bir anomali yaşanmadı, devam etti ASB, ‘Tractatus Logico-Philosophicus’u ya da Varlık ve Zaman’ı şerh etmek kadar, futbol geyiği çevirmeye, ya da, çift okeye dönmeyi hayatının merkezine yerleştiren, en son kaybettiği parti yüzünden ödemek zorunda kaldığı kahve hesabının rövanşını alabilmeyi kutsal kâsesi, kızıl elması ve varoluş amacı bilen, bunun için âdeta adaklar adayan okey müptelâsının oyun masasında dillendirdiği banal retoriğe muhatap olmaya önem vermem işte bu sentez gayretimin, bu senkretik metodolojimin, bu integral, hatta holistik perspektifimin semeresidir’. Es verdi bir an ve devam etti ardından, ‘imdi, bu anlayıştan hareketle yaklaşıyorum mercek altına aldığımız sorunsala ve onu hem havas’ın ve hem de avamın kendisinden bir şeyler bulabileceği şekilde formatlıyorum. George Edward Moore, Dış Alemin İspatı başlıklı metninde Descartes'ın Meditations eserinde dillendirdiği varlıkbilimsel ve bilgibilimsel görüşleri alır mercek altına, bunu koyuyorum masaya, bu bir; Kartezyen Düşünce’nin mucidini takip eden süreçte şüpheci, olasılıkçı ve olumsalcı perspektiflerden meseleye yaklaşan felsefi ekollerin ontoloji – epistemoloji düalitesine dair dillendirdikleri argümanları ve onlara Moore’un verdiği cevabı da koyuyorum masaya, bu iki; ve nihayet Heidegger'in 'Varlık ve Zaman'da ve Sartre'ın 'Varlık ve Hiçlik'de dillendirdiği ontik & ontolojik iddiaları da, bunca yükü kaldırabilmesini dileyerek, koyuyorum yine aynı masaya, bu da oldu üç. Bütün bunlardan beslenerek diyorum ki, ‘verili bir varlık'ın varoluşunun ontolojik / ontik hakikati, mezkûr varoluşu başarıyla kanıtlayan epistemolojik / epistemik bir ispata bağlı mıdır?’ argümanı tartışmaya değer bir sorunsalı dillendirir.

...üzerinde çalışıyorum...

[1] Peydahladığım bu anlatının (parçası olma arzusunu beslediğim etkinlik kozmosuna giden yolları / imkânları olay ufkuma dahil eden yönergeleri yüzünden) ‘babası’ diyebileceğim başta Ferruh Tunç olmak üzere Antalya Edebiyat Günleri Danışma Kuruluna ve zikrettiğim kollektif aklın ürettiği bahse konu rehber mahiyetli metinleri tarafıma pas'ederek takip eden satırların doğumunu kolaylaştıran, bu bakımdan da metnimin ‘ebesi’ olarak gördüğüm Tuncer Çetinkaya'ya müteşekkir olduğumu eklemeden tamamlarsam ‘minnet ve şükran’ faslını, tamamlanmış sayılamazdı bu bahis. Ekledim ve olmadı o nâtamam.

[2] Yazınsal (metinsel, anlatısal) bir bengi dönüş teşebbüsü için: https://ziyaversencan.blogspot.com/2011/08/bozuk-saat-bile-gunde-2-kez-dogru-zaman.html

[3] The Thin Red Line ifadesi Terrence Malick’in 1998’de vizyona giren aynı adlı filmi sayesinde popüler oldu. Kökeni tarihi bir olaya, Kırım Savaşı’nın kırılma anlarından olan, 25 Ekim 1854’te bugünkü Ukrayna sınırları içindeki Balaklava’da gerçekleşen bir muharebeye dayanır. Sayıca çok üstün olan Rus süvarilerine karşı savunma hattı kurmaya çalışan İskoç piyade alayının kumandanı Albay Colin Campbell’ın askerlerini (Büyük Britanya İmparatorluğu muharebe strateji ve taktikleri gereği kare şeklinde tertip etmesi beklenirken) iki sıra hâlinde ve uzun bir hat oluşturacak şekilde dizmesi, savaşı mahalinde izleyen The Times muhabiri William H. Russell tarafından okurlarına (askerlerin kırmızı üniformalarına ve tüfeklerinin namlularına takılı çelikten süngülere göndermeyle): ‘A thin red line tipped with a line of steel ( çelik uçlu ince bir kırmızı hat)’  ifadesiyle aktarılacaktı. ‘İnce kırmızı hat’ ifadesi zaman içerisinde bu özel kullanımın sınırlarını aşmış, katastrofik mahiyetli bir felaket halinde bile cesaretini yitirmeyerek kaos ve yıkıma karşı son bir savunma hattı daha kurma iradesini ve yok oluşla kurtuluş arasındaki o belli belirsiz, kırılgan ama kararlı sınırı koruma inancını kuşanan insani refleksi tarif için başvurulan jenerik bir ifade olmuştur.

[4] Sinema, edebiyat ve diğer sanat disiplinlerinin, unsurlarından olduğumuz varoluş dairesinin simülasyonlarını ürettiğini argümante ettiğimizde, evrenimizin, insandan epeyce zeki bir türün bizimkinin çok ötesinde olan bilimsel ve teknolojik birikimleri sayesinde yarattıkları bir simülasyon olabileceği tezini de davet etmişiz demektir müzakere uzay-zamanına. Nitekim yaşadığımız aktüel uğrakta bahse konu hipotezi savunarak ‘Dünya dışı zeki canlılar (alliens) tarafından yaratılmış bir simülasyonuz’ diyenler olduğu gibi, bazı araştırmacılar da, kuantum bilişim ve yapay zekâ sahalarındaki üstel gelişmelerin katkısıyla türümüz homo sapiens sapiens’in çok yakında, parçası olduğumuz Evren kadar karmaşık bir antiteyi simüle edebileceği varsayımına prim vermekteler.

[5] Tâife-i şuarâ yerine şairler tayfası ya da ozanlar da denilebilir / diyebilirdim, nitekim anlatının ilerleyen bölümlerinde dedim de. Fikir, duygu durumu, insanlık hali, dünya vaziyeti gibi VAROLUŞ KÜRESİ’nin olay – olgu – süreç kategorisindeki her çeşit antitesini kuşatarak her veçhesiyle tasvir eden kavramların eş anlamlılarını veya farklı dillerdeki izdüşümlerini ve dahi onların güncel, eski ve hatta en eski / arkaik versiyonlarını aynı metinde, bir metni aynı bölümünde ve bazı hallerde de aynı cümlede birlikte kullanırım ve bunu da taammüden yaparım, taksirle değil. Bu tasarrufumdan muradım muhterem kārîm (itimat ediniz lütfen hakir müellifinize) kafa karışıklığım veya üslûbuma özen göstermemem ya da entelektüel teşhircilik veyahut da münevver istimnâsı yapma arzum değildir. Gönderme yaptığım amacım, an itibarıyla planetimizde yaşayan yaklaşık 8.3 milyar kadın ve erkek insan kardeşimizin parçası olduğu türümüz homo sapiens sapiens’in daha zeki olmasına katkı ver(ebil)mektir; Kozmos’da kuark derekesinde, ummanda katre mesâbesinde, deryada karınca sidiği kertesinde olabilse bile. Popüler bir bilgidir: zeki insanların bu niteliği beyinlerinin daha fazla nöron içerdiği için daha ağır olmasından değil, nöronları arasında daha fazla snaptik bağlantı kurulabildiğindendir. Denklem şu özetle: daha çok snaptik bağlantı = daha yüksek IQ (argodaki ‘ne ka ekmek, o ka köfte!’ tekerlemesinin nöroloji ve bilişsel bilimlerdeki mütekabili). Varoluşun bir tezahürüne (göstergebilim bağlamında gösterilene) işaret eden (referans veren, gönderme yapan) çok sayıdaki kavramdan (semiyolojik olay ufku içinden devam ediyorum: gösterenden) ne kadar fazlası kullanılırsa bildirimlerde (ifadelerde, mesajlarda) hem bunu dillendirenin hem de mesaja, bildirime muhatap olanların beynindeki snaptik bağlantılar o oranda artacaktır. Ne mana ifade ettiğini bunun ve ne denli ehemmiyetli olduğunu söylemiş idim az önce. Budur efendim üslûbumun niçini. Aşağıdaki linkten erişeceğiniz kapsamlı metnin (9 numaralı dipnotu gibi) birçok bölümünde bu konu tafsîlâtlı olarak açımlanmaya gayret edilmiştir, meraklısına şâyan-ı tavsiyedir: https://ziyaversencan.blogspot.com/2025/01/cizgi-roman-bildiginiz-gibi-degil.html

[6] Ah cânâ, ah güzel efendim, bazı şeyler ebediyete değin muhafaza etmeli esrarını, öyle değil mi?

[9] Kuşun dişiliğine yaptığım vurgu ‘insanmış, kuşmuş fark etmez, her türün dişisi çok konuşur, gürültü kirliliğine yol açarak dikkat dağıtır, verim düşürür, süreç içinde muhatabında işitme kaybına neden olur, ömür törpüler!’ gibi şapşalca bir eril söylem üretme pratiği değil kuşkusuz; verdiğim o referans, ornitoloji disiplininin bahse konu kuş türü hakkında keşfettiği biyolojik özellikler anlatıma renk katacağı için yer buldu burada kendisine.

[10] Referans verdiğim her iki felsefe anlayışının savunucuları ‘Kipli Zaman’ denilen ve geçmiş – şimdi – gelecek diyalektiğiyle şekillenen lineer akış temelli konvansiyonel zaman anlayışı içinden konuşmaktadır. En önemli teorisyenlerinden biri John McTaggart Ellis McTaggart olan, Albert Einstein ve Bertrand Russell gibi önemli düşünce insanlarının da benimsedikleri ‘Zamansız Zaman Teorisi’, ‘Kipsiz Zaman Teorisi’, ‘Zamanın B-Teorisi’ gibi isimlerle adlandırılan kuram ise zamanın aktığını reddetmekte, geçmiş – şimdi – gelecek dediğimiz kiplerin / mood’ların / hallerin aynı anda, yan yana, birlikte var olduklarını savunmaktadır. Mercek altına aldığım bu mevzunun bir de ‘Endurantizm versus Perdurantizm’ boyutu var. Metafizik, kuramsal fizik, kozmoloji, ontoloji, mantık, soyut (uygulamasız) matematik gibi çeşitli disiplinleri ilgilendiren veçheleri yüzünden oldukça karmaşık bir bahis olan bu dikotomi müstakil bir metni / müzakereyi gerektirmektedir.

[11] Okunulan satırlar bakımından omnipotence, omniscience ve omnipresence sayılabilecek bu metnin müellifi de ASB’nin verili problematiğe dair söylemi konusunda şu cümleyi yazdığı sırada isabetli bir kestirimde bulunabileceğinden doğrusu şüphe duymakta. Bakalım nerelere uzanacak, yazanını ve okuyanını hangi menzile taşıyacak bu anlatı…  

...üzerinde çalışıyorum...

Bozuk saat bile günde iki defa doğruyu gösterir (mi?) - Metinsel bir bengi döngü teşebbüsü


***) Prologue: konik, elips, parabol, hiperbol falan...

>>> ... işte oldu böyle:  >>> Okumakta olduğunuz  metnimin ilk versiyonunu Eylül 2011'de attım sahne ışıklarının altına, terk ettim böylelikle onu olası okurunun alâkasına. >>> Prof. Dr. Ersin Yurtsever 24 Mart 2022'de çevrimiçi paylaştığı metninde bahse konu metnime referans verdi (bunun farkına varmam için 43.5 ay geçmesi gerekecekti). >>> 12 Kasım 2025'de ''Bozuk saat bile günde iki defa doğruyu gösterir (mi?)' yazım epeyce tıklama alıyor; belli ki o blogumun vitrinindeki mostralardan biri olmuş, biraz daha çalışmalıyım öyleyse üzerinde' fikri belirginleşti zihnimde ve konuyu tekrar araştırmaya başladım. Ersin Hoca'nın şu an okumakta olduğunuz metnimin ilk versiyonuna referans veren (yukarıda işaret ettiğim) yazısıyla karşılaşmam, [(canlı & cansız) var olanların tamamının hayat çizgilerinin oluşturduğu (neredeyse sonsuz derecede) karmaşık bir yumak olan uzay - zaman sürekliliğinde devinen] hayat çizgimin belirli bir [Kepez, Antalya - 12 Kasım 2025, yerel saat: 10.47] kesitinde cereyan etti. >>> 'Ersin Hoca'nın metnimin ilk versiyonuna referans veren metnine, metnimin (şu an labirentlerinde dolaştığınız) son versiyonunda referans vermeliyim' demem işte bu yüzleşme akabinde gerçekleşti. >>> Bahse konu gönderme yapma işini ilkin (tam da şu sırada içinde devindiğiniz) prologue bölümünde eyledim; metnimin nihayetini oluşturan dipnotlar ve referanslar'da, kaynak gösterme - gönderme yapma - entelektüel borç ödeme mükellefiyetimi ikinci kere ve bu defa derinleştirerek yerine getirdiğim görülecektir. >>> Sôfî (ki, biliyor olsa gerek Riemann'ı, Lobaçevski'yi, Frege'yi, Hilbert'i, Gödel'i falan) işte tam da bu sırada dedi ki bana: 'KalbinÂlem'in (eliptik bir güzergâhta) ilerle (aman dikkat, parabolik ya da hiperbolik bir orbital değil bahsettiğim), bir de bakmışsın ki ereceksin menzile, KENDİ KALBİNE'>>>Bu metinsel bengi döngü teşebbüsü >>> ... (o)

***) Söz atası mıdır atalar sözü?

Belki öyle, değil belki. Lâkin şimdi ben bu yolda değil de, onların güvenirliğinin değerlendirildiği bir başka patikada ilerlemeyi tercih ediyorum.

Ata sözlerine gereğinden fazla kredi açar, hakikatle olduğunu varsaydığımız mutabakatlarını pek sorgulamayız. Onların; insanlığın, binlerce yıllık birikiminden süzülmüş maximler / aforizmalar olduğuna ve atalarımızın kuşaklar boyunca eylediği pratiklerinden imbik imbik damıtılmış hikmetlere referans verdiklerine dair olan inancımızdır buna yol açan.

Oysa durum hiç de öyle değildir. Türkiye Toplumsal Formasyonu'na ve dünyanın diğer birçok milletine ait olan atasözlerinin bazıları; hem  
dolaylı / mecazi / analojik anlamları (bağlamları), hem de kelimesi kelimesine (mot a mot, literary) / doğrudan' dillendirdikleri ve/veya referans verdikleri mânâ kozmosları bakımından muğlaktır, totolojiktir(i); bu yüzden de 'faydalı' ve 'gerekli' olarak nitelenemezler. Hatta (bu metinde ele alacağımız ata sözü gibi) neden olabilecekleri anlam kaymaları yüzünden tehlikeli bile olabilirler.

Toplumsal mücadeleler tarihi ışığında Eugène Delacroix'nın 'Halka Yol Gösteren Özgürlük' tablosu / Sanat Tarihinde Doğru Sanılan Yanlışlar - 1


Fransa'da Sarı Yelekliler'e gösteri yasağı! - Dünya haberleri



1 - prologue: Fransızlar sever sokağı ve protestoyu

17 Kasım 2018'de Paris'te patlak veren, takip eden günlerde ise Fransa'nın neredeyse bütün büyük şehirlerine yayılarak 'Horozlar Diyarı'(i) sallayan halk ayaklanmasına damgasını vuran Sarı Yelekler Hareketi Macron'a geri adım attırmış, Fransa cumhurbaşkanı, başta akaryakıt zamları olmak üzere imzaladığı  bir dizi uygulamayı askıya almak zorunda kalmıştı. Akabinde İtalya, Hollanda ve Belçika gibi ülkelere de sıçrayarak uluslararası mahiyet kazan gösteriler kelimenin gerçek anlamıyla neoliberal kapitalist sisteme güçlü bir küresel itiraz hüviyeti kazanacaktı. Buna dair haberlerin ajanslara düşmesinin ardından, yukarıdaki görsel sosyal medyada hızla yayılmaya başlamış, görseli paylaşanların 'Sarı Yelekliler Hareketi 2. Fransız İhtilâli'ni gerçekleştirerek Macron'a diz çöktürdü' şeklinde yorumlar yaptıkları dikkatlerden kaçmamıştı. Bu değerlendirmenin dayandığı temel argüman örgütlenmiş halkın vereceği sosyopolitik mücadelenin başarıya ulaştığına işaret etmek olsa da, görselin ima ettiği bir detay da yapılan bu analojinin arkaplânında rol oynamıştı kuşkusuz. Söz konusu fotoğrafın Eugene Delacroix'ya (1798 - 1863) ait olan ve Fransız İhtilâli'nin zirvesi diyebileceğimiz bir olayı, Paris halkının 14 Temmuz 1789'da Bastille'i ele geçirerek mahkûmları özgürlüklerine kavuşturmasını resmettiği hususunda umumi bir mutabakatın olduğu 'Özgürlük Halka Liderlik Ediyor (Liberty Leading The People)' isimli imajını aşağıda paylaştığım tabloyu, aynı plastik ve estetik kalitede olmasa da, tematik bakımdan andırıyor oluşuydu bahsettiğim o detay(ii).

Acaba durum gerçekten de böyle midir? Delacroix'nın bu tablosu gerçekten de 1789'un 14 Temmuz'unda Bastille Zindanı'nın zapt edilmesini mi temsil etmektedir?


Yusuf Franko Paşa Albümünün Serencamı ve esrarı / Sanat Tarihinde Doğru Sanılan Yanlışlar - 2

yusuf franko paşa ile ilgili görsel sonucu
Yusuf Franko Kusa Bey'in karikatür albümünün Ömer Koç koleksiyonunda yer alan unique orijinali.



1 - prologue: enigmatik bir albümün spekülatif yorumu

Karikatür (resim, illüstrasyon, grafik sanatlar) tarihimizin (kelimenin hakiki manasıyla) enigmatik bir albümüne dair orijinal (ve de hipotetik) argümanımla finalize olan ilerleyen satırlar Sanat Tarihinde Doğru Sanılan Yanlışlar' başlığını taşıyan etütlerimin ikincisi. Serinin ilk metninde bu başlık altındaki araştırmalarımı 'birinci kategoriden olanlar' ve 'ikinci kategoriden olanlar' şeklinde değerlendirdiğime değinmiştim(i)İkinci kategoriden olanlar fasilesinin (familyasının) ilk semeresi olan okunulan incelemede, en alt seviyeden başladığı memuriyet kariyerinin finalinde iki kere vezirlik (nazırlık, bakanlık) yapmış, bu bakımdan da (en azından kariyerinin son yılları göz önüne alındığında) 'önemli bir Osmanlı üst düzey bürokratı' nitelemesini hak ettiğini düşündüğüm Yusuf Franko Kusa'nın hayatı, yaşadığı muhit Pera, bu semtin kozmopolit seçkinleri, Yusuf Franko Bey'in resim ve karikatür merakı ve Youssouf ismiyle ciltlettiği resim ve karikatür albümü mercek altına alınacaktır. Çalışmamı ayrıksı ve kıymetli kılan hususların başında ise, hiç kuşkusuz, epilogue bölümündeki argümantasyonuma konu olan [şimdiye değin kimse tarafından dillendirilmemiş (keşfedilmemiş?)] bir olguyu (resim tarihimize dair önemli bir gerçekliği) örten esrar perdesini aralamam geliyordur diye düşünüyorum(ii)

2 - Dünyanın en büyük koleksiyonlarından Ömer Koç arşivi

Ömer Koç global ölçekte önemli addedilen kitap, efemera, harita, gravür, resim koleksiyonunu sergi, yayın, panel ve benzeri kültürel etkinlikler vasıtasıyla insanlığın hizmetine sunan kapitalistlerdendir. 

Vehbi Koç Vakfı’nın Ekim 2016’da bastığı ve özel ambalajında bir set halinde birlikte satışa sunduğu iki kitap, akabinde, bu kitaplar temelinde 2017’de yapılan 'Yusuf Franko'nun İnsanları: Bir Osmanlı Bürokratının Karikatürleri' başlıklı sergi ve panel söz konusu kültürel faaliyetlerin yakın zamanda hayatımızı zenginleştiren örneklerindendi. Türk karikatür ve grafik sanatlar tarihinin karanlıkta kalan, esasen çok da enteresan olan, bir sayfasını aydınlatan bu önemli kitapların künye bilgileri şöyledir:
(iii).



11 Eylül 2001 günü Los Angeles'da yaşadıklarım, confession - 2


September 11 attacks | History, Summary, Timeline, Casualties, & Facts |  BritannicaWorld politics explainer: The twin-tower bombings (9/11)
ABD'nin tarihinde ilk defa ana karasında vurulması ortalama insanda tarif edilmesi neredeyse imkânsız bir korku, panik, şaşkınlık, kabul edeme ve öfke kabarmasına neden olmuştu

0***medhal / prologue / takdim:
24 yıl önce El Kaide'nin üstlendiği terör eylemleri dalgasıyla sarsılmıştı, saldırılara muhatap olan ABD ve bunlara şahitlik eden Dünya'nın geri kalanı. Hemen akabinde ABD, Kürre-i Arz'ı, tarihte benzerine az rastlanan bir tarzda ve adeta misli görülmemiş bir şiddette yeniden dizayn etmeye girişmiş; gezegenimizin etkili emperyal - hegemonik gücünün bu atağı bütün insanlığı ve ama en çok da İslâm coğrafyası ve Müslüman halklar olumsuz etkilemişti.
09/11/2001 saldırılarının sene-i devriyesi vesilesiyle olayın hemen akabinde sıcağı sıcağına yazıp paylaştığım konuya dair tanıklığımı, elden geçirip, yeniden ramp ışıklarının altına, konunun meraklısının görüş alanına bırakıyorum muhterem kârîm. İşte 'confession - 2' alt başlığı ile blogumun başına aldığım o mezkûr tanıklığım: 

1***11 Eylül 2001, 06.30, Los Angeles, Venice Boulevard
Hafta içi her gün olduğu gibi, çalar saatim 06.30’da uyandırdı beni.
TV’yi açtım, abc’de canlı yayında haber programı vardı. Amerikan tarzı açık mutfakta yulaf ezmemi hazırlarken, biran gözüm tv’ye takıldı. Sunucu çok heyecanlı bir sesle, bağırarak konuşuyor, ekranda görülen ve her yanından dumanlar tüten bir gökdelen hakkında yorum yapıyordu. Yulaf ezmesi kabını alıp tv karşısına oturdum. Olağanüstü bir şeyler oluyordu. Görüntü NY’daki Dünya Ticaret merkezine aitti ve alt yazı ‘America under atac!’ biçimindeydi. Kanallar arasında hızla zap yaptım. NBC, CBS, Fox ve California’nın yerel kanallarında hep aynı görüntüler vardı. İkiz Kulelere uçakla saldırı yapılmıştı. Sabah mahmurluğunu atmış, meselenin vahametini anlamıştım. Amerika ana yurdunda vurulmuştu. Bunun savaş nedeni olduğunu anlayacak kadar dünya meselelerini izlediğimden, saldırıyı takip edebilecek gelişmelerden ister istemez paniğe kapılmıştım. ‘Şayet, Rusya ya da Çin bu saldırıyı yapmışlarsa’ diye düşündüm, ‘bu ABD için nükleer bir savaş nedeni sayılacaktır’. 
Evet, dünya nükleer bir küresel savaşa son 30 yıldır hiç bu denli yakın olmamıştı.





İkiz Kuleler çöktükten sonra yakınlarındaki insanların yaşadığı şaşkınlık, çaresizlik, korku ve paniği yansıtan bir enstantane.

İlhan İrem, Vedia Bülent Çorak ve Türkiye'deki New Age Spiritüalisti UFO tarikatları


























(1 Nisan 1955, Bursa - 28 Temmuz 2022, İstanbul), 

0 - sıfır noktası anlatının

2022 Ağustos başı gibi, ilk versiyonunu paylaşmamın üzerinden 10 yıl 3 ay geçtikten sonra, yeniden yazarak bloguma eklediğim aşağıdaki metnimi, 17 Eylül 2025'de bir kez daha revize ederek paylaşıyorum.


1*** bidayet / prologue / medhal / giriş

28 Temmuz 2022'de aramızdan ayrılan İlhan İrem Türkiye Toplumsal Formasyonu'nun büyük kesimi tarafından popüler müziğin romantik janrının başarılı ve duayen temsilcilerinden olan bir besteci, söz yazarı ve yorumcu olarak tanınır. İlhan İrem'in teolojik yanı, yâni, inanç dünyası ise çok az kişinin malûmu olan bir mahiyete sahiptir: o, 'yeni-çağ maneviyatçılığı (new age spiritualism)' denen post-modern holistik bir teolojinin, İbrahimi tasavvur kozmosunun müntesipleri tarafından nevzuhur ve bidat olarak nitelenen tekno-teolojik bir sektin / tarikatın lideriydi, şeyhiydi(1). İrem'in eylem ve söylemlerinin parçası olduğu mistik argümanlar kozmosu, metafizik iddialar cümlesi, idealist hipotezler uzay-zaman sürekliliği ve spiritüalist kodlar ve normlar küresi Türkiye'deki Ufolojistlerin (Ancient Alliens / Antik Uzaylılar olarak da okunabilir; ilerleyen satırlarda bu kavramsallaştırmalara referans vermek istediğimde, AU inisiyallerini kullanacağım) amentüsüdür dediğimde, yanılma payı çok düşük ve mevzunun hakikatiyle olan mutabakatı da çok yüksek olan bir argüman serdetmişimdir diye düşünüyorum. 

Mayıs 2012'de yazdığım metni, sanatçının ebediyete intikali vesileyle, Ağustos başı 2022 gibi, genişletip güncellemiştim. Yukarıda işaret ettiğim üzere, bugünlerde (Eylül 2025'in ikinci yarısında) ikinci kez revize ettim o metni. Yazımın bu son edisyonunu İlhan İrem'in müziğini sevenlerin merak duygusuna, yanı sıra da; İrem'in, AU (ufo tapınımı) paradigmasını mistik, metafizik, neo-spiritüalist ve yeni çağ maneviyatçılığı ögeleriyle, özellikle de antik Mısır inancının İsis - Osiris kültüne dair olan motifleriyle birleştirerek oluşturduğu senkretik inanç sistemine ve bunun temelinde inşaa edilmiş külte / tarikata inananların ve nihayet 'Yaw biz onu şarkıcı bilirdik; adam tarikat lideri çıktı, ne iş anlamadım!' diyen genel okurun ilgisine emanet ediyorum. AU (ufo tapınımı) demişken, İlhan İrem'in 'Gemiler döner geriye' isimli ve senfonik rock genre'ını andıran tarzıyla dikkat çeken şarkısının bahse konu kültün inanlıları için çok özel anlamlar ifade ettiğinin altını çizmeden geçmeyeyim(2). Dipnottaki linke tıklayıp bu müzik eserini mutlaka izleyin derim.

İlerleyen satırlarda İlham İrem 'in lideri olduğu ufo tarikatının inanç umdeleri, ufo inancını mistik, spiritüel, metafizik iddialarla senkretik bir metotla birleştirmeye çalışan bir başka yeni çağ maneviyatçısı olan Vedia Bülent Çorak'ın vaz'ettiği 'din' ile karşılaştırılarak alınacaktır mercek altına. 

2*** İrem Bağı ve Sevecenler, İhsan Güven ve Dost Tarikatı ve Vedia Bülent Çorak 

Dünya'nın çeşitli ülkelerinde olduğu gibi bizde de işlerini, çalışmalarını ve eserlerini metafizik ve kozmik gerilimler ve spiritüel temeller üzerinde bina etmeye çalışan sanatçılar ve kanaat önderleri daima var olmuştur. Asla ciddiye alınmaması gereken Mustafa Topaloğlu gibi dekadans ve şarlatan sîmâları tartışacak değilim hiç kuşkusuz, onlar asla giremediler görüş alanıma ve ilgi odağıma. Benim radarıma girenler İlhan İrem gibi ciddiye alınması gerektiğini düşündüğüm figürlerdir.

Seküler tandanslı ve tekno-teoloji tabanlı bir new age yapının konvansiyonel mahiyetli İbrahimi inanç dizgelerinin tarikat ve cemaatleriyle kıyaslanması bazı ciddi problem alanlarına kapı açacağından, ilerleyen satırlarda bu bağlamda bir mukayeseye girişilmeyecektir. Bu mahiyette bir etüt, kapsamlı bir müstakil incelemeyi gerektirmektedir. Bu yüzden de biz şimdilik İlhan İrem ve Vedia Bülent Çorak kıyası üzerinden ilerleyeceğiz.

İlhan İrem'in lideri / şeyhi olduğu tarikatı, 2004 yılında öldürülen emekli asker İhsan Güven'in lideri olduğu (popçu Çelik'in İhsan Güven'in göz bebeği olduğu ve ondan sonra yerine geçebileceğinin dillendirildiği hatırlansın lütfen) Atatürkçü - spiritüalist Dost Tarikatı ile ya da Vedia Bülent Çorak'ın (VBÇ) lideri olduğu tarikatla karşılaştırmak anlamlı olacaktır(3). Dost tarikatı liderinin öldürülmesine müteakip dağıldığından, bahse konu kıyaslamayı VBÇ üzerinden ilerleyerek yapacağım. Yeri gelmişken şu hususun altını çizmeyi faydalı görüyorum: Coğrafyamızda ve hariçte kurulmuş ve İbrahimi dinlere alternatif olarak gelişen tarikat ve kültlerin ortak noktaları AU inancını post-modern mistisizm ve new age spiritüalizmine dair motiflerle desteklemeleridir. Bunların bir diğer ayırt edici vasfı, çok ileri bir dünya dışı medeniyetten, ışık gibi elektromanyetik dalgalar vasıtasıyla, kozmik bilincin tezahürü olduğu kabul edilen mesajlar alan karizmatik kişilikli bir liderin bahse konu kültün / tarikatın merkezi figürü olmasıdır.

Vedia Bülent Çorak'ın faaliyetleri 1960'ların ortasından bu yana, 60 yıla yakın bir zamandır üzerinde çalışarak geliştirdiği Dünya Kardeşlik Birliği Mevlâna Yüce Vakfı organizasyonuna ve müellifi olduğu ve müritlerine Dünya'daki bütün dinlerin bilgeliğinin müşterek metni olarak sunduğu ve okuttuğu Bilgi Kitabı'na dayanmaktadır. 1923 doğumlu ve lise mezunu birisi Bülent Hanım. Mevlâna'nın reenkarnasyonu olduğunu ve ölümden münezzeh tutulduğunu savunan, peygamberlik ve hatta Tanrılık iddiası güden VBÇ, Türkiye'de ve dışında 2.000 - 3,000 kadar tutkulu inanana sahip (1996 - 1997 yıllarında, bunlardan bazılarını tanımış ve Bülent Hanım'a olan iman ve sadakatlerinin gücüne de şaşırmıştım doğrusu). İnanlıları üzerinde psikolojik baskı oluşturduğu ve onların mal varlıklarını ellerinden aldığı merkezinde şikâyetlerle karşılaşan Bülent Hanım, Church of Scientology ve Moon Tarikatı gibi benzer yapıların sebep olduğu problem alanlarını bünyesinde barındırdığı anlaşılan tarikatına / dinine dair konuşmaktan kaçınıyor(4).

VBÇ'ın vaz'ettiği anlatı, benzerleri gibi senkretik bir yapı arz etmekte; onun telif ettiği Bilgi Kitabı'nda Mevlâna gibi mistik, spiritüel kaynaklar, bazı Kemalist umdeler Kadim Mısır bilgeliği ve Antik Uzaylılar paradigmalarıyla harmanlanarak sunulmakta.

İlhan İrem'e inananlar ise İrem Bağı / irembağı isimli topluluklar / kulüpler oluşturmuşlar, sanatçının konserlerine katılmayı dini vecibe bilmişler ve konserleri 'ayin' olarak isimlendirmişlerdir. Tarikat mensupları birbirlerini 'sevecenler' olarak çağırmakta ve her vesileyle birbirlerine 'ışık ve sevgiyle' diye selâmlamaktadırlar. Bu selâmlama yöntemi, bir masonun 'ateş!' diye bağırması halinde, onunla aynı ortamı paylaşan diğerlerinin de aynı şekilde mukabele etmeleriyle, ya da, bir Müslümanın selamünaleyküm dediğinde, diğerlerinin  aleykümselâm demeleriyle aynı anlamı taşımaktadır. 

3*** AU paradigmasının kökenleri

AU anlatısı yaklaşık 2 asırdır geliştirilmekte; kuramın teorik evrimine baktığımızda, onun, farklı yataklarda akan ve değişik karakterlere sahip olan akarsuların birleşmesiyle oluşmuş heterojen karakterli bir yapı / paradigma / kuram / inanç sistemi olduğunu teşhis etmemiz işten bile değildir. Helena Petrovna Blavatsky (1831 - 1891) ve Teosofistler, Rudolf Steiner (1861 - 1925) ve Antroposofistler, Georgi Gürciyev (1866 - 1949) ve Dördüncü Yolcular, Zecharia Sitchin (1920 - 2010) ve tilmizleri, Erich Anton Paul von Däniken (1935) bu paradigmayı besleyen kuramsal / düşünsel / ideolojik / teolojik kaynakların belli başlılarındandır. Öte yandan, 7 Temmuz 1947'de ABD'nin New Mexico eyaletinin Corona Beldesi'ndeki hava üssü yakınlarında gerçekleşen ve kayıtlara Roswell Kazası, ya da Roswell UFO Olayı olarak geçen vak'a, AU anlatısına ve paradigmasına, sıraladığım tüm kuramsal gayretlerin ve katkıların nerdeyse tamamından daha fazla katkı sağlamıştır, bilinirlik kazandırmıştır, popülerlik izafe etmiştir.

4*** AU anlatısı ne diyor?

Arthur C. Clark'ın kısa bir öyküsünden hareketle Clark & Kubrick tarafından yazılan senaryo temelinde Stanley Kubrick'in çektiği 2001: A Space Odyssey (1968) filminin tamamı, ama özellikle açılış sekansları, AU anlatısının popüler kültürdeki en kaliteli ve estetik yansımalarındandır. Bahse konu anlatı kabaca şunları söyler muhataplarına:

İnsana göre çok daha zeki olan, bu sayede de bizden  milyonlarca, belki de milyarlarca yıl daha ileri bir teknoloji ve medeniyet inşaa etmiş olan bir uzaylı ırk, Evreni dolaşarak, akıllı canlıların yaşayabilecekleri gezegenleri tohumlamakta, oralarda, geleceğin uygarlıklarının embriyonlarını oluşturmaktadır. Bu nitelikteki uzaylılar Dünyamıza da gelmiş ve homo sapiens sapiens'in de dahil olduğu hominidler sınıfının bazı unsurlarının genetik malzemesini modifiye ederek, milyonlarca yıl sürecek bir evrim süresi sonunda, onların gezegenin mutlak hakimi olmasını, akabinde de uzay yolculuğu yapabilecek bir uygarlık inşaa edecekleri teknolojik gelişmişlik düzeyine kavuşmalarını sağlamıştır. AU, tohumladıkları gezegenleri gözlemeye ve orada işler ters gittiğinde müdahil olarak sorunların çözülmesine katkı vermeyi kesintisiz sürdürürler. Yanı sıra, onlar, planetimizde Hz. Musa, Buddha, Hz. İsa, Konfüçyüs, Hz. Muhammed, Plato, Mevlana, Aristo, Kant, Newton, Einstein, George Washington, Atatürk, de Gaulle, Churchill gibi sıra dışı figürlerle bire bir ilgilenmiş, onları eğitmiş, hatta, genetik yapılarına geliştirici / mükemmelleştirici müdahalelerde bulunmuşlardır. Bu yüzden de insanlığın gerçekleştirdiği bütün önemli atılımlarda, büyük devrimlerde ve çağ değiştiren buluşlarda AU'ın ciddi manada rehberliği ve katkısı vardır.