TRT Radyo 1, Sayfaların Dilinden Programı, metinler - 14



01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan mezkûr metinlerden 08 Nisan - 12 Nisan döneminde yayınlanacak olanlar aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek, Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz.

71) Konu: 'Coğrafi Keşifler', kitap: Antik Dönemden Günümüze Haritacılar.

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu ‘Coğrafi Keşifler’, bahsedeceğimiz kitap Antik Dönemden Günümüze Haritacılar. 

Batı merkezli tarih yazıcılığında ‘Keşifler Çağı’ olarak nitelenen periyodun satırbaşları şöyledir: İskandinavyalı ve İzlandalı Vikingler 10. asırda Grönland ve Kanada’da koloniler kurmuş; Venedikli Marko Polo 13. asırda babası ve amcasıyla 24 yıl süren Asya seyahatini gerçekleştirmiştir. Portekizli Bartolomeu Dias 1488’de Afrika’nın en güneyindeki Ümit Burnunu kat etmiş, böylece Avrupalı gemicilerin uzun süredir peşinde olduğu Hindistan’a deniz yoluyla gidişi mümkün kılmıştır. Portekizli Vasko da Gama, Bartolomeu Dias’ın açtığı yol üzerinden 1498’de Hindistan’a denizden ulaşan ilk Avrupalıdır. Gerçekte nereye gittiğini anlayamayan Cenevizli Kristof Kolomb, tamamını Hindistan’ın doğusundaki adalar sandığı Küçük Antiller’e 1493’de, Trinidad’a 1498’de, Orta Amerika’nın doğu kıyılarına ise 1502’de giderken; Portekizli Ferdinand Macellan 1519 – 1522 arasında gezegendeki bütün okyanusları kat ettiği, bütün meridyenlerinin üzerinden geçtiği 70,000 kilometrelik seyahatinde, mürettebatıyla birlikte, Dünya’nın etrafında tam bir tur attığı belgelenen ilk insanlardan olmuştur. Geç Orta Çağ’la erken Modern Dönemi kapsayan bütün bu faaliyetin temel motivasyonu iktisadi temelliydi ve Batılı tarihçilerin ‘Eski Dünya’ dediği Avrupa toplumlarının hakim sınıflarıyla fikri ve siyasi elitlerinin, önce Arap ve Farsların, akabinde de Osmanlıların kontrolünde olan İpek ve Baharat Yolu üzerinden yürütülen ticarete hakim olmak; giderek de, yine Batı Aleminin telifi olan ‘ana akım literatür’ün kavramsallaştırmasıyla söyleyecek olursak, Yeni Dünya’nın, yâni Asya, Afrika ve Amerika’nın yerüstü ve yeraltı kaynaklarına ve zenginliklerine doğrudan erişerek, bunların kontrol ve kullanımını ele geçirmek düşüncesiydi. Hristiyanlığı yaymak merkezli misyoner faaliyeti, insan türünün bilinmeyeni keşfetmek noktasındaki sonsuz heves ve hırsı bu süreci güdüleyen diğer faktörlerdir. Kolomb Takası denen bir kavramı genelleyerek söyleyecek olursak, mezkûr süreçte ilk defa karşılaşan toplumlar arasında bitki, hayvan, maden ve mineral, kültürel – teolojik - sosyolojik kodlar ve normlar, endemik enfeksiyonlar, alet - edavat, araç - gereç temelli teknoloji değiş tokuşu yapılarak küreselleşmenin ilk ciddi adımları atılmış; oluşan sermaye temerküzü ve yığınsal köle emeği kullanımıyla klasik sömürgeciliğin ve emperyal kapitalizmin temelleri atılmıştır. Coğrafi keşifler nitelemesine belki de en çok uyan etkinlikler, 1909 – 1911 de yapılan Kuzey ve Güney Kutbu seferlerinde Arktika ve Antarktika’nın keşfedilerek haritalanması olmuştur. İnsanların uzun süredir yaşadığı bir coğrafyaya başka yerlerden insanların ilk defa gelmesi, akabinde de oraları talan edip sömürmesi insanlık adına değil, olsa olsa yeni gelenler adına bir keşiftir ve esasen de sömürgecilik olan insafsız ve ahlâksız bir faaliyettir. Ezcümle, Batılı toplumların ‘coğrafi Keşifler’ dediği antite, arkasında neredeyse 1000 yıllık bir suçlar ve günahlar galerisi olan ayıplı ve ahlâksız bir tarihsel külliyata referans verir.

Batılıların gezegenimizi keşfetmesi konusunda uzman olan Kaliforniya kökenli araştırmacı yazar Beau Riffenburgh’un hazırladığı ciltli, özenle tasarlanıp basılmış görsel şölen mahiyetindeki içeriği ve bunu destekleyen, kartografinin 25 asırlık tarihinin en önemli numunelerinden olan 15 adet harita ilâvesiyle Antik Dönemden Günümüze Haritacılar kitabı; konuya dair okuma yapmak isteyene şayanı tavsiyedir. Bu önerimizi, yazarın, ele aldığı mevzuyu ‘Dünya'nın keşfi, insanın evi bildiği gezegenimiz hakkındaki bilgilerini arttırması ve bunun üzerinden medeniyetin ilerlemesi’ şeklinde yorumlayarak emperyal güçlerin asırlara sâri sömürgecilik faaliyetlerini temize çeken bir mantaliteye sahip olduğunun gözden kaçırılmaması gerektiği uyarısıyla yapıyoruz. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 



72) Konu: Schrödinger’in Kedisi, Kitap: Schrödinger’in Kedisinin Peşinde

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Schrödinger’in Kedisi, bahsedeceğimiz kitap Schrödinger’in Kedisinin Peşinde.

Bilimin, özellikle fiziğin, ele aldığı bir hipotezi doğrulamak ya da yanlışlamak adına kurguladığı deneylerden maddi hayata uyarlanması mümkün olmayan, bu yüzden de salt teorik düzlemde kalan, spekülatif yanlar da barındırabilenlerine Düşünce Deneyi denir. Bunların en popülerleri Maxwell’in cini, Laplace’ın şeytanı ve Schrödinger’in Kedisi’dir. Kuantum mekaniğinin kurucularından olan fizikçi ve bilim kuramcısı Erwin Schrödinger, 1933’de Paul Dirac’la Nobel Fizik Ödülünü paylaşmıştı. Schrödinger; 1922 Nobel Fizik Ödülü sahibi Niels Bohr’un müellifi olduğu gözlemcinin, gözlemlediği olayları etkilediğini ve değiştirdiğini savunan Kuantum Mekaniğinin Kopenhag Yorumuna şiddetle karşı çıktığını, 1935’de yayımladığı, bahsettiğimiz düşünce deneyini de içeren çok ses getiren makalesiyle deklere etmişti. Mezkûr deney, içinde olup bitenler dışardan görülemeyen bir kutuya konmuş bir kedi, bir dedektör, radyoaktif ışıma yapan bir madde, bir çekiç ve öldürücü zehir içeren bir cam kap üzerinden kurgulanmıştı. Seçilen radyoaktif madde % 50 olasılıkla saatte bir elektromanyetik ışıma yaymaktadır. Bir saatin sonunda gözlemlemediğimiz kutuda gerçekleşecek sürecin kuantum mekaniğinin Kopenhag Yorumuna göre gelişimi şöyledir: 1- radyoaktif element % 50 olasılıkla ışıma YAPAR, bu ışıma dedektör tarafından saptanır ve çekici harekete geçirir, çekiç cam kabı kırarak içindeki zehrin kutuya yayılmasına ve kedinin ölümüne neden olur; 2- radyoaktif element % 50 olasılıkla ışıma YAPMAZ, dedektör bir şey algılayamayacağı için çekiç tetiklenmez, şişe kırılmaz, zehir de kutuya yayılıp kediyi öldürmez. Bu iki olası hal de, Kopenhag Yorumuna göre aynı anda gerçekleşirler. Kapalı kutudaki manzara, onu açıp içini gözlemlemediğimiz sürece, her iki olası durumu temsil eden kuantum dalga mekaniği denklemlerinin üst üste bindikleri bir süperpozisyon halindedir. Bir diğer deyişle, gözlemlemediğimiz sürece kedi aynı anda hem ölü, hem de diri olduğu bulutsu bir mahiyette ve bir Araf düzlemindedir! Kutuyu açıp içine baktığımızda, iki olası halin üst üste bindiği süperpozisyon durumu, hallerden birinin kuantum hal denklemine çökerek onun işaret ettiği olasılığı maddileştirir. Kopenhag yorumunun sağduyuyu iptal eden bu izahatı Hugh Everet III’ün 1957’de paylaştığı Çoklu Dünyalar Teorisi ile aşılmaya çalışılmıştır. Buna göre, bir olayın olası bütün hallerini yansıtan kuantum hal denklemleri sadece gözlenmediklerinde değil, gözlendiklerinde de çökmezler; kuantum hal denklemlerinin karşılık geldiği fiziki gerçekliklerden birini görüp deneyimleriz, diğerleri ise haberdar olamayacağımız çoklu dünyaları, paralel evrenleri varlık alanına çıkararak onlarda yoluna devam eder.

‘Kimsenin gözlemlemediği bir olay varlık sahnesine çıkamaz mı? Gözlemci, gözlediğini etkileyip değiştirebiliyorsa, bizler aslında süper güçlere mi sahibiz? Bu evrende dolar milyarderi olan, bir başkasında sersefil yaşıyor olabilir mi?’ gibi soruları akla getiren mezkûr düşünce deneyi felsefe, psikoloji, bilimkurgu, popüler kültür, sinema, komplo kuramları ve teoloji alanlarında derin etkiler yaratmıştır.

Popüler bilim kitapları yazarı, astrofizikçi, akademisyen John Gribbin’in yazdığı, 1984’de yayımlanan Schrödinger’in Kedisinin Peşinde – Kuantum Fiziği ve Gerçeklik, aradan geçen 40 yılda, Sicim Kuramı gibi radikal atılımlar yapılmasına karşın, güncelliğini ve geçerliliğini korumakta. İddiaları her gün sayısız kere ispatlanan kuantum fiziğiyle, onun kozmolojiye tatbikatının sonuçlarından olan Çoklu Evrenler gibi spekülatif argümanların popüler versiyonlarını çok satan kitaplara dönüştürmekte mahir olan Gribbin’in eseri, konuya giriş yapmak isteyenlere olduğu kadar, içeriğine aşina olanlara da faydalıdır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler.

TRT Radyo 1, Sayfaların Dilinden Programı, metinler - 13












01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan mezkûr metinlerden 1 Nisan - 5 Nisan döneminde yayınlanacak olanlar aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek, Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz.


66) Konu: Evren, kitap: Zamanın Kısa Tarihi

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Evren, bahsedeceğimiz metin Zamanın Kısa Tarihi. 

Stephen Hawking’in Zamanın Kısa Tarihi’nin final paragrafını hatırlayalım: ‘Günün birinde eksiksiz bir birleşik kuram bulursak, bu, yalnızca birkaç bilimci tarafından değil, genelinde herkes tarafından anlaşılır olmalı. İşte o zaman bir hepimiz, feylesoflar, bilimciler ve sokaktaki adam, ‘biz ve evren niçin varız?’ sorusunu tartışabileceğiz. Hele bunu yanıtlayabilirsek, insan aklının en yüze zaferi olacak- çünkü o zaman Tanrı’nın aklından neler geçtiğini bileceğiz.’ Genel kabule göre Evren, her biri Güneş sistemimiz büyüklüğünde yüzlerce milyar yıldız sisteminden oluşan yüzlerce milyar galaksiden mürekkep bir koleksiyondur. Sicim Kuramı Kozmolojisi başta olmak üzere, mantıki devam yolu çoklu evrenleri gerektiren ve spekülatif yanı ağır basan çok sayıda kozmolojik argümantasyon bize, evrenimiz gibi sonsuz sayıda evrenin içine gömüldüğü ve bilimden ziyade bilim kurgunun konusu olan 11 boyutlu bir uzay-zaman sürekliliğini gerektiren bir meta evreni vaz’eder. Evreni, hatta sonsuz evrenler mimarisini ve giderek de bütün bu telifin müellifi olan bir Metafizik Fail’in aklından geçenleri anlamaktan bahsetmeyi; Görelilik Kuramının yazılı olduğu bir sayfada yuvalanmış bir mikroorganizmanın, yaşam alanı kıldığı o sayfadaki mezkûr kuramı anlayabileceğini iddia etmesi kadar kibirli ve absürd de bulabilirsiniz; insanın, varoluş dairesinin tamamını anlamak noktasındaki azim ve kararlığına yorup bu gayreti takdir de edebilirsiniz, tercih sizin. Biz, söz konusu kitap ve yazarı üzerinden devam edelim sohbetimize.

Önsözünü Carl Sagan’ın yazdığı, 2018’de 76 yaşında vefat eden İngiliz kozmolog, kuramsal fizikçi, akademisyen ve yazar Stephen Hawking’in kaleme aldığı Zamanın Kısa Tarihi – Büyük Patlamadan Kara Deliklere yapıtı, basıldığı 1988’den bu yana gerçekleşen 30 milyona yaklaşan satışıyla popüler bir bilim eseri için inanılması gerçekten güç olan bir tirajı yakalamıştır. 1955 kaybettiğimiz milenyumun bilim insanı olarak tarif ve tavsif edilen Albert Einstein’dan sonra gelen en parlak kuramsal fizikçi ve kozmolog olarak nitelenen Hawking, yakalandığı ölümcül amyotrofik lateral sikleros hastalığı yüzünden hayatının önemlice bir bölümünü tekerlekli iskemlede geçirmişti. Bu süreçte konuşamadığı için bir yazılımın sağladığı ses simülasyonu üzerinden iletişim kurabilen ve göz kapaklarından başka hiçbir istemli kasını hareket ettiremediği bir umumi felç tablosunda yaşamasına karşın, son nefesini verene değin ilmi çalışmalarını sürdürmeyi başarmış tepeden tırnağa irade ve zekâydı o. Hawking’in mezkûr eserini ‘bedeni tekerlekli sandalyenin tutsağı, ama beyni o denli hareketli ki, evrenin gizlerini gün ışığına çıkarabilmek için zamanın ve uzayın uçsuz bucaklığında sanki dört nala koşuyor’ diyerek manşete taşıyan prestijli Time Gazetesi gibi mecraların altını çizdiği üzere kuantum fiziği, kuantumlu genel görelilik kozmolojisi, kara delikler, Big Bang, genel görelilik gibi fiziğin bir çok önemli bahsinde insanlığın ufkunu açan tezlerin sahibi olan Hawking, ‘evrenin doğası nedir? Onun içindeki yerimiz ne, o ve biz nereden geldik? Evren niye böyle?’ sorularının peşinde kanat çırptığı hayatının son 55 yılında, Nobel Fizik Ödülü alamamasına karşın, bu ödülü kazananların çoğundan daha fazla hizmet etmiştir insanlığın imajinasyonunun ve kavrayışının zenginleşmesine. Bu bölümün kaynak metni olan söz konusu eserin, ‘kozmoloji ve kuramsal fiziğe giriş yapmak istiyorum. Kısa, özlü, vurucu, faydalı ve dahice olan tek bir kitaba ayıracak vaktim var, bana hangi eseri önerirsiniz?’ şeklindeki bir arayışın faili olanlar için biçilmiş kaftan olduğunu düşünüyoruz. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 



67) Konu: Fatih zehirlendi mi?, kitap: Helvahane Defteri ve Topkapı Sarayı’nda Eczacılık 

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Fatih Zehirlendi mi?, bahsedeceğimiz metin Helvahane Defteri ve Topkapı Sarayı’nda Eczacılık.  

Üzerinden 543 yıl geçmesine karşın, Fatih Sultan Mehmed’in gut hastalığından mı öldüğü, yoksa zehirlenerek mi öldürüldüğü kesinleştirilememiştir. 


Âşıkpaşazade Tarihi'ndeki bir şiirin yorumlarına ve ilk baskısı 1953’de yapılan Franz Babinger'in Fatih Sultan Mehmed ve Zamanı başlıklı meşhur monografisinde Vatikan arşiv belgelerine dayandırarak ileri sürdüğüne göre Fatih, Venedik Devleti tarafından zehirlenerek öldürülmüştür. 1954’de yayınlanan makalesinde Naşid Baylav, Fatih Sultan Mehmed'in zehirlenerek öldürüldüğü iddiasını Osmanlı medikal kayıtlarına dayandırarak ispata çalışmıştır. Makale büyük yankı uyandırmış, Fatih'in kabrinin açılarak nâşı üzerinde tıbbi tetkik yapılması bile gündeme gelmişti. 

Söz konusu makalesinde Baylav, Roma’yı fethetmek üzere Üsküdar - Gebze arasındaki Hünkârçayırı'nda devasa bir ordu toplayan Fatih Sultan Mehmed’in 3 Mayıs 1481'de vefat edişini, Papalığın casusu olduğunu savunduğu ve sultanın çok güvenerek vezirlik verdiği 30 yıllık doktoru Venedikli Yahudi dönmesi Yakup Paşa, yâni Jacobus Maestro tarafından ilacına katılan çok zehirli bir bitki extresiyle zehirlenmesi sonucunda gerçekleştiğini, o zamana değin yayınlanmamış olan ve Osmanlı saray doktorlarının reçetelerini içeren, söz konusu ettiğimiz, çok nadir bir yazma esere dayanarak, kanıtlamaya çalışmıştır. 

Helvacıbaşı, padişah dahil sarayda yaşayan ve çalışan binlerce insana yemek hazırlayan çok geniş bir ekibin başındaki kişi olup, saray protokolünde yeri olan önemli bir makamdı. Helvacıbaşının, padişahın doktoru olan hekimbaşı'nın nezaretinde hazırladığı kimi çay, macun ve iksirler çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılırdı. Bu yönüyle helvacıbaşı, aşçılığın yanı sıra, bir çeşit eczacı gibi de çalışmaktaydı. Daha önce, Vatikan arşiv belgeleri gibi yabancı kaynaklara dayandırılarak temellendirilmeye çalışılan bu olayı Naşid Baylav, ilk kez bir Osmanlı vesikası üzerinden ve medikal zeminde delillendirerek dile getirmişti. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nil Sarı'ya göre, bahse konu el yazmasında yer alan reçetelerden bir tanesinde, Topkapı Sarayı'nda padişaha medikal servisler sunan hekimbaşlarının 'kargabüken' bitkisinin tohumlarından elde edilen striknin extresinden faydalandıklarına işaret edilmektedir. Yemeklere belli bir dozda katıldığında öldürücü olan bu zehrin gerçekten de Fatih'in yemeklerine eklenip eklenmediği, Fatih'in nâşından alınacak bir numude zehir aranması türünden tetkikler yapılmadan kesinleştirilebilecek bir husus değildir.

 

Fatih boğazına aşırı düşkün olduğu için gut hastalığından mı vefat etti, yoksa istilâ edilmekten korkan Venedik ya da Vatikan’ın bir suikastına mı kurban gitti, bilinmez; ancak Naşid Baylav'ın mezkûr makalesi, İstanbul'un Osmanlı İmparatorluğu'nca fethinin 500. sene-i devriyesi kutlamalarının yapıldığı sosyolojik, psikolojik ve fikri atmosferde büyük yankı uyandırmış ve söz konusu mevzunun tekrar ramp ışıkları altına altına taşınarak yeniden ve yeniden tartışılmasına vesile teşkil etmiştir. Tarihçilerin kutbu Halil İnalcık başta olmak üzere, çok sayıda üstadın ‘olabilir’ diyerek açık kapı bıraktığı bu önemli mevzu günümüzde de esrarını muhafaza etmektedir.

Arslan Terzioğlu imzalı 1992 tarihli Helvahane Defteri ve Topkapı Sarayı’nda Eczacılık, Topkapı Sarayı’nın Eczanesi olan Helvahane’de 1608 – 1767’de yapılan 186 ilacın reçetesini, Osmanlı tıp ve eczacılığının genel bir resmini ve kadim medeniyetlerden devraldığı birikim ve mirası ilmi açıdan tetkik etmekte olup çok önemli bir belgedir. Mevcudu epeydir olmayan bu eserin bir an önce yeniden basılması elzemdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 

TRT Radyo 1, Sayfaların Dilinden Programı, metinler - 12














01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan mezkûr metinlerden 25 Mart - 29 Mart döneminde yayınlanacak olanlar aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek, Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz.


61) Konu: Nikolas Kopernik, kitap: Kopernik, Göklerin Devrimcisi

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Nikolas Kopernik, bahsedeceğimiz kitap Kopernik, Göklerin Devrimcisi

Güneş'in Dünya etrafında döndüğünü savunarak yaklaşık 1,500 yıl astronomiyi domine eden Aristotelesci - Batlamyuscu jeosantrik, yânî, Dünya merkezli Evren görüşünü bâtıl kılan ve Dünya'nın Güneş etrafında döndüğünü dillendiren heliosantrik, yânî, Güneş merkezli Evren anlayışının astronomi, kozmoloji ve fizikte baskın teori olmasının yolunu açan, bu sayede de, mezkûr argümantasyonun teoloji, metafizik ve astrolojinin gündemlerine de yerleşmesini tetikleyen Polonyalı Astronom Nikolas Kopernik, aralarında zengin tüccar ve aristokratların olduğu Silezyalı bir ailenin çocuğu olarak 1473'de Prusya Krallığı idaresindeki Lehistan'da doğdu. Kraków, Bolonya, Padova ve Ferrara Üniversitesi gibi döneminin prestijli akademik kurumlarında matematik, astronomi, tıp, ekonomi, siyaset ve kanon, yânî kilise hukuku okuyup, bir çok alanda doktora derecesini elde eden ve sadece kendi döneminin değil, belki de tüm çağların en büyük filolog, avukat, hekim, diplomat, politikacı, matematikçisi, fizikçi, astronom, sanatçı ve teologlarından olan Nikolas Kopernik, üstün zekâsı ve edindiği bahse konu çok yönlü ve kaliteli eğitimiyle kilise hiyerarşisinde zirveye tırmanabilecekken, hayatının hiçbir döneminde örgütlü Hristiyanlığın tam zamanlı çalışanı olmamıştır. O, hayatını, hali vakti yerinde olan ailesinin işlerini yöneterek, zaman zaman Katolik Kilisesi'nde danışmanlık yaparak ve çevresine medikal destek vererek idame ettirdi. Rönesans'ın şâhikasının yaşandığı 16. asrın başında Roma'ya giden Kopernik, zamanının büyük kısmını sadece zevk aldığı ilmi konulara yoğunlaşarak değerlendirmiş, akademik eğitiminden sonra hayatının sonuna kadar sürdürdüğü okuma - araştırma - gözlemleme süreçleri sayesinde, döneminin matematik, astronomi, fizik, filoloji, hukuk, iktisat ve haritacılıkla ilgili bütün birikimlerini kucaklayan ve bunları güncelleyip derinleştirerek aşan bir teorik formasyon edinmeyi başarmıştı. Bu gayretlerinin sonucunda, tam 30 yıl boyunca üzerinde çalışarak kaleme aldığı ve fikir tarihinin en radikal ve ufuk açıcı eserlerinden biri, ikonoklastik bir ilmi baş yapıt, ezber ve konfor bozan bir opus magnum ve janrının immortal bir klasiği olan 'De revolutionibus orbium coelestium - Göksel Kürelerin Hareketleri Hakkında' 1532'de tamamlayan âlim, agresif bir ideolojik hegemonya anlayışına ve amansız bir sansür zihniyetine sahip olan Katolik Kilisesi tarafından aforoz edilmekten korktuğu için, eserini bastırmaktan imtina etmiş, sadece en yakınındaki bir avuç hür fikirli liberal bilim insanıyla paylaşmıştır. 1542 sonuna gelindiğinde sağlık durumu iyiden iyiye kötüleşen ve Kilise'nin kendisine uygulayabileceği müeyyidelere dair kaygıları artık tâli plânda kalan Kopernik, 'Göksel Kürelerin Hareketleri Hakkında'nın 1543 başında, Nürnberg'de basılmasına nihayet izin vermiştir. Mezkûr eserin bilim camiasına mal olması, âdeta zincirleme bir reaksiyon gibi işlev görerek Tycho Brahe, Giordano Bruno, Johannes KeplerGalileo Galilei ve Isaac Newton'ın 1570 - 1730 döneminde gerçekleştirecekleri bilimsel buluşların çıkış noktasını oluşturmuştur. 

John Freely'nin yazdığı Kopernik Göklerin Devrimcisi kitabı; kökenleri kadim Hint, Çin, Mezopotamya, Mısır ve Grek medeniyetlerine kadar inen binlerce yıllık Güneş merkezli Evren anlayışını ilk defa modern bilim bağlamında ele alan dahice çalışmasıyla post-klasik astronomi ve kozmolojinin kurucu babası olan Kopernik'in müktesebatındaki 8. asır - 12. asır dönemi İslâm astronomisinin katkılarına da hak ettiği yeri vererek nesnel bir bilim tarihi metni olmayı başarmakta. Kopernik'in hayatının bütün veçhelerini layığıyla resmetmesinin yanı sıra, söz konusu bu nesnelliği de eseri okunulası kılmaktadır. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 




















62) Konu: Elma, Kaynak: Sanat ve Mitolojide Elma İmgesi

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Elma, bahsedeceğimiz eser Sanat ve Mitolojide Elma İmgesi makalesidir

Gülgiller familyasından, malus cinsinden ve malus domestica türünden bir meyve olan elmanın, 1,000 kadarı aşılama gibi kültür çalışmaları neticesinde oluşan, bakiyesi doğal yollarla gelişmiş, 5,000'den fazla çeşidi olup, bunların 500 kadarı ülkemizde yetişmektedir. Zengin ve faydalı içeriği sayesinde tercih edilen yemişlerin başında gelen elmanın ana vatanı Kuzey Anadolu, Kafkasya, Orta Asya ve Avrupa Rusya'sının güneyidir. Bu mucizevi meyve, 1930'ların Kemalist Tarih Tezinin ikonik imajı olan Türklerin Orta Asya'dan bütün gezegene yayılmalarını resmeden o popüler göç haritasını andırır şekilde, Orta Asya'dan yayılmıştır bütün Dünyaya. 

Elmayı programımızın konusu kılan husus, paylaştığımız ansiklopedik ve didaktik malûmatı aşan; onun, meyvelerden bir meyve olarak varlık dairesinde işgal ettiği basit ve sıradan pozisyonun çok ötesindeki mahiyeti ve tarih, mitoloji, din, estetik, edebiyat, plastik sanatlar, felsefe, psikoloji, antropoloji, folklor, sosyoloji, ekonomi, şehir efsaneleri, komplo teorileri, davranış bilimleri, cinsel roller ve argo jargonlar gibi anlam alanlarının tamamına 'dokunabilen' çok katlı ve fevkalâde karmaşık bir kültürel antite olmasıdır. Buna birkaç örnek vereceğiz.

Adem ve Havva'nın Cennet'ten kovuluşuna dair olan semavi anlatıda, İbrahimi teolojide İlk Günah denilen Yaradan'ın yenmesini memnu kıldığı İyilik ve Kötülüğü Bilme Ağacı’nın meyvesi elma olarak resmedilir. Boğazımızdaki troid bezinin kıkırdağına, yani Gırtlak Çıkıntısı'na Adem Elması denir. İsviçre’nin kurucu figürlerinden milli kahramanı Guillaume Tell okçuluk alanındaki marifetini oğlunun kafasının üzerine koyduğu elmayı vurarak kanıtlardı. Dünyanın en kozmopolit ve enerjik megapolü sayılan New York’un argodaki adı Big Apple, yânî Büyük Elmadır. New York'un Hollanda kolonisi olduğu 17. asırda yöneticisi olan Peter Stuyvesant'ın efsanevi kayıp hazinesine de Big Apple denir. Pamuk Prenses ve 7 cüceler masalında, aynı zamanda cadı olan kötü kalpli üvey annesi Pamuk Prensesi öldürmek için zehirle kaplanmış alımlı bir elma kullanır. Aktüel piyasa değeri 3 trilyon doları aşan, dünyanın en kıymetli şirketlerinden Apple, kendisine isim olarak elmayı ve logo olarak da ısırılmış elmayı seçmiştir.  Beatles'ın plâk şirketinin logosu da elmaydı. Bilgisayar ve yapay zekâ çağının kurucu figürlerinden, Nazilerin Enigma şifresinin kırıcısı ve Turing Makinesinin mucidi dahi matematikçi Alan Turing, siyanürlü bir elma yiyerek intihar etmişti. Grek mitolojisinde Venüs'ü öfkelendiren ve Truva Şavaşına yol açan Paris'in altın meyvesi elmaydı. İngilizler en sevdiklerine gözümün elması’ - the apple of my eye der. Bir ortamı, bir süreci, bir işi bozan nedene / kişiye / olguya çürük elma deriz. Hz. Süleyman’ın Mesellerinde elma ağacı sevgiye işaret eder. Bir çocuk tekerlemesi emeği övmek adına çalışan kazanır, elması kızarırder. Alevilerin kutsal meyvesi kırmızı elmadır. Elma çiçeği feminist literatür ve feminist ezoterizmle anaerkil toplumların kutsallarındandır. Newton’a Evrensel Çekim Yasasını bulmasında, başına düşen bir elmanın ilham verdiği söylenir. Milletlerin büyük ideallerinin, ütopik hedeflerinin jenerik ismi Kızıl Elma; ülkemizdeki en prestijli reklâmcılık ödüllerinin adı ise Kristal Elmadır. Masalların o malûm finalinde adeta hat trick yaparcasına gökten daima 3 elma düşer. 'Elma dersem çık' ve 'yarım elma, gönül alma’ deyişleri sıklıkla kullanılır. 

Kaynaklarımızdan olan Gülay Karakuş'un Sanat ve Mitoloji Bağlamında Elma İmgesi makalesinin, konunun ilgilisine de faydalı olacağını düşünüyoruz. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 

Ah bin ya bin fesaye



De ki, kimse görmedi kayan o yıldızı; var mıdır peki? Ipıssız 
ormanda düştüğünde ağaç, çıkar mı sesi, duyulur mu ki?

Halil Can'ın Mevlevi, musikişinas, neyzen, eczacı, asker, öğretmen ve derviş olarak portresi

Halil Can (soldan birinci), talebesi Dr. Turgut Tokaç'la (soldan ikinci) Konya'da Şeb-i  Âruz törenini izlerken (1969).

0 - Medhal

Kültür, sanat ve ama özellikle de musiki alemlerimizin önemli ve fakat hayatının ve âsârının üzeri zalim ve muhkem bir nisyan örtüsüyle örtülmüş olan bir sîmâsından, Eczacı Neyzen Halil Can'dan bahsedeceğim.

1 - Eczacı Yarbay Neyzen Halil Can armağan kitabı nadir ve önemli bir eserdir


Prof. Dr. Bedi N. Şehsuvaroğlu’nun editörlüğünü yaptığı ‘Eczacı Yarbay Nâyzen Halil Can (1905 – 1973) isimli kitap, sadece bir eczacı kitaplığının değil, aynı zamanda 20. asır Mevlevilik tarihiyle Cumhuriyet dönemi dini musikisinin de nadir ve önemli eserlerindendir. İstanbul’da Hüsnütabiat Matbaasında 1974’de basılan 164 sayfalık kitap, Halil Can’ın vefatı üzerine akrabaları, dostları, arkadaşları, meslektaşları tarafından yazılan yazılardan oluşmuştur. Fotoğraflar, notalar ve belgelerle desteklenen eser, tasavvuf musikisinin, Mevleviliğin, divan edebiyatının, hat sanatının ve tıp ve eczacılık alemlerinin çok önemli simalarının tanıklıklarına ve anılarına dayanması bakımından, söz konusu alanların meraklıları için adete saklı bir hazine mahiyetindedir.


Doğan Avcıoğlu




1 - Jön Türklerin birikimini kuşanan bir aydın
Jön Türk hareketinin kurucu figürlerinden
Ahmet Rıza Bey (1858 - 1930).

4 Kasım 1983’de aramızdan ayrılan Doğan Avcıoğlu, (son yıllarda kendisine giderek daha az referans verilir olmasına karşın), yakın tarihimizin en önemli düşünce adamı ve siyasetçilerinden birisidir. 1960’lara ve 1970’lere damgasını vuran Avcıoğlu’nun (Jön Türkler'den, özellikle de bu akımın kurucu babalarından ve liderlerinden olan Ahmet Rıza Bey'in elitist pozitivizmi ve jakoben merkeziyetçiliğinden etkilenen) tezleri; sol, sosyalist, ulusalcı, anti-emperyalist, anti-ABD'ci, jakoben ve kısmen de milliyetçi ve muhafazakâr siyasi akımların tasavvur ve tahayyül kozmosları üzerindeki etkisini günümüze değin şu veya bu düzeyde sürdüre gelmiştir. Türkiye toplumsal formasyonunda derin kamplaşmalara ve yarılmalara yol açan, aynı zamanda da cumhuriyet tarihinin en önemli siyasal hesaplaşmalarından olan Ergenekon, Balyozi Casusluk ve KCK gibi davalar, düşünce ve zihniyet düzlemlerinde Doğan Avcıoğlu’ndan ciddi izler taşımaktadır.

2 - Yaşamının önemli dönüm noktaları

1926’da Bursa’da doğan Doğan Avcıoğlu, yüksek tahsili sırasında yurt dışına çıkmış ve Fransa’da sosyal bilimler okumuştur. 1955’de Türkiye’ye dönerek Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde asistan olan Avcıoğlu’nu, hemen akabinde medya alanında görüyoruz.

Dünya bu kadar da yamuk yumuk olabilir mi?

Earth without water
Dünya böyle yamru yumru bir topak biçiminde mi; yoksa...
earth
...böyle muntazam ve
mükemmel şekilli mi?


Aşağıdaki metin, Abdülhamid Kırmızı'nın attığı bir tvit ve yine Twitter'da gördüm yukarıdaki gif temelinde şekillendi. Bir diğer deyişle, ilerleyen satırların unsurları olduğu yazının ebesi ve ilham kaynağı onlardır.

Öncelikle yukarıdaki gif'in bende çağrıştırdıkları üzerinden ilerleyeceğim. Görür görmez imâ, iddia, işaret ve nispet ettiği anlam dairelerinin önemine binaen, onu paylaşmaya karar verdim. 

Bu gif'i sosyal medya mecrasında paylaşana itirazlar edilmiş; hatta küfür eden bile çıkmış bu itiraz sahiplerinin arasından. İnternet kullanıcılarının bahse konu bu aşırı tepkilerini anlamlandırmak adına, internette yaptığım aramada, yandaki ikinci gif'e eriştim. 


Elma, küçük meyvenin büyük sırrı: elma sadece elma mıdır? - 1

İlgili resim

0 - Giriş / prologue / medhal:

Okumakta olduğunuz metni, nedendir bilemiyorum, 15 yıldır tamamlayamadım. 1990'ların sonuydu, okunulan satırların ilk halini yazmak üzere notebook'umun başına çöktüğümde, onu üç bölümlük bir komplo kuramı etüdü olarak paylaşmayı düşünmüştüm. 


Aradan geçen onca zamana karşın, plânladığım o iki devam kısmını bir türlü tamamlayıp ekleyemedim bloguma. Güncelleyip platformun en başına taşıdığım şu aktüel uğrakta, onu itmam etmek konusunda üzerimde bir nevi kamçılayıcı tesir icra etmesini umuyorum. 



Komplo teorilerinin, sadece bu topraklarda değil, dünyanın hemen her yerinde ciddi miktarda alıcısının, müşterisinin olduğu yadsınamaz bir gerçek. İletişim olanaklarının geliştiği 19. asır ortalarından itibaren yaygınlık kazanan bu teorilere göre 'dünyaya (evrene, varoluşa) dair aklınıza gelebilecek hemen her şeyin sevk ve idaresi (çoğunlukla yahudiler, siyonistler, masonlar, komünistler, sabetaycılar, İlluminaticiler, haber alma servisleri, Kraliçenin Adamları, Vatikancılar, Bilderbergciler ve bazı durumlarda da 'uzaylılar' dan oluşan) çok ama çok küçük bir fesat çetesi tarafından 'perde arkası'ndan gerçekleştirilir. Bizim 'dünya halleri'nin failleri sandıklarımız, diğer bir deyişle, ortalıkta görülen önemli ve önemsiz 'aktörler', aslında, perde gerisindeki bu 'GERÇEK FAİLLER' tarafından oynatılan kuklalardan başka bir şey değillerdir. Bu sayıca çok küçük fesat çeteleri, insanlığın geride kalan ezici çoğunluğunun bilgi eksikliği sayesinde, çok büyük maddi imkânlar, psikolojik avantajşar ve entelektüel bagajlar biriktirmiştir. Fesat çetelerinin egemenliği bilinen tarih boyunca süregelmektedir.'



Temel tezlerini kuşbakışı özetlediğim komplocu yaklaşımlara dair olan devasa literatürün internetten erişilebilecek kısmında, bir sürü abuk subuk ve deli saçması iddianın yanı sıra, (büyük kısmı eleştirel olan) çok ciddi çalışmalar da bulunmakta elbette. İnsanlığın komplo teorilerine olan meylini (ihtiyacını), onun şaman ve pagan dönemlerine dayandırmakta bazı araştırmacılar. Açıklayamadığımız,
anlamlandıramadığımız antite, süreç ve fenomenlerin sorumluluğunu bizden çok daha güçlü (kudretli) 'FAİLLER'e havale etme yaklaşımının, atalarımızın, yukarıda işaret edilen, dünya hallerini doğaüstü / doğa ötesi kuvvetlere (arketiplere) referans vererek anlamlandırma çabalarından tevarüs ettiğimiz bir alışkanlık olduğu iddiası, söz konusu araştırmacıların altını çizdikleri önemli hususlardandır.














İlerleyen satırlarda 'ELMA', hayatımızda işgal ettiği yerin bütün cephelerini kucaklamaya çalışan bir anlayışla ve komplo teorileri perspektifinden ele alınacaktır. Bunu yaparken de, sizlerle elma merkezli birçok soru paylaşacağım, ancak bunların cevaplarını bu yazıda ve onun devamı olan ikinci bölümde vermeyeceğim. Konu kendisine ilginç gelen okurun, ona dair şahsi araştırmasını yapacağını ve aşağıda dillendirilecek olan soruların cevaplarını internette bulabileceğini düşünüyorum. Bu üçlemenin sonuncu ayağında, okunulan satırların dillendirdiği temel tezlerin hepsinin kendisinde düğümlendiği '101 = BEŞ' denklemi ve mezkûr denklemin irtibat, iltisak, ilişki içerisinde olduğu GÜL antitesi alınacaktır mercek altına altına. Bu suretle de, bu metinde sorulan soruların ve dillendirilen argümanların tamamının arkasında, altında, üstünde yatan / olan / bulunan asal sebebe işaret edilecektir.

1 - Başlık önemli
Bir metnin başlığı onun giriş kapısıdır, vitrinidir, okura yapılmış bir davet(iye)dir; bu bakımdan da önemlidir hiç kuşkusuz. 

Okunulan satırlara 'ELMA: Bizi cennetten kovduran, Giyom Tell'e İsviçre'yi kurduran, Osmanlı sultanlarını peşinden koşturan, Newton'a Evrensel Çekim Yasasını bulduran, New York'a ruhunu aşılayan, Pamuk Prensesi derin uykulara daldıran, Alan Turing'i öldüren, Steve Jobs'u dünyanın en buluşçu ve en zenginlerinden biri yaptıran, oyun sırasında ismi zikredildiğinde saklanılan yerden çıkılan, masalların sonunda gökten daima hat trick yaparak düşen, yarısıyla gönül alınabilen bu meyve sadece basit bir yemiş olabilir mi?' başlığı daha çok yakışırdı hiç kuşkusuz. Öte yandan, kolaylıkla anlaşılabilecek pratik gerekçeler yüzünden, bu uzun başlık yerine, 'ELMA: Küçük meyvenin büyük sırrı'nı tercih etmek durumunda / zorunda kaldım. 

Başlıkta da işaret edildiği üzere, ELMA'nın, bu küçük meyvenin büyük anlam dairesine, zengin kosmosuna girmeye, onun ihtiva ettiği çok katlı / çok katmanlı sırların kapılarını aralamaya hazır mısınız? 


İlerleyelim o halde......


TRT Radyo 1, Sayfaların Dilinden Programı, metinler - 11




01 Ocak - 31 Aralık 2024 döneminde, Pazartesi'nden Cuma'ya hafta içi her gün 14.55 - 15.00 saatleri arasında TRT Radyo 1'de yayınlanan, bütün yıl boyunca da toplamı 262'ye erişecek olan Sayfaların Dilinden programının metinlerini yazıyorum. 2025 yılında kitaplaştırılacak olan mezkûr metinlerden 18 Mart - 22 Mart döneminde yayınlanacak olanlar aşağıdadır. Onlara dair görüş, öneri, katkı ve eleştirilerinizi metinlerimin altındaki yorumlar kısmında ya da sosyal medya hesaplarım üzerinden paylaşabilir, programları, TRT Dinle'yi cep telefonunuza indirerek, Dünya'nın bütün coğrafyalarından dinleyebilirsiniz.

56) Konu: Kemal Tahir, kitap: Kemal Tahir Kitabı: Bir Aydın, Üç Dönem

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Kemal Tahir, bahsedeceğimiz kitap Kemal Tahir Kitabı: Bir Aydın, Üç Dönem

Put kırıcı duruşu, ikonoklastik argümanları, entelektüel dürüstlüğü, otantisitesi, samimiyeti ve müdânâsızlığıyla öne çıkmış bir mütefekkir olan Kemal Tahir'in asıl adı İsmail Kemalettin'dir. 1910'da İstanbul'da doğan yazar; romancılığının, fikri konulardaki araştırmacı gayretlerinin ve sohbetlerinin yanı sıra, tarihi birikimimizle Marksizmi meczeden tezleriyle kültür alemimizde yer edinmiştir. 1936'da yayınlanan Namık Kemal İçin Diyorlar ki kitapçığı ilk müstakil eseridir. Yazar, Bahriye astsubayı kardeşi Nuri Tahir'e Sabahattin Ali'nin bir kitabını verdiği için 'askeri isyana tahrik ve teşvik'ten yattığı 12 yıllık mahpusluğunu Medrese-i Yusufiye hayatına çevirmiş, böylelikle de annesinin vefatı yüzünden Mekteb-i Sultani'nin 10. sınıfında yarım bıraktığı tahsilini, şahsi gayretleriyle sürdürebilmiştir. Müstear isimlerle çok sayıda yazı, hikâye, çeviri ve romanı yayınlanan yazar, 1955'de Tan Gazetesi'nde tefrika edilen Göl İnsanları'nda ilk kez Kemal Tahir adını kullanmıştır. Metin Erksan, Halit Refiğ ve Atıf Yılmaz'la Yeşilçam'a senaryolar yazan Tahir, sert polisiye janrındaki Amerikan ucuz roman serisi Mayk Hammer'ları çevirirken, seriye yeni maceralar da katmıştır. Osmanlı tarihi, sosyolojisi, iktisadı, kültürü, devlet teşkilatlanması ve hukukuyla Doğu - Batı çatışması, batılılaşma sürecimiz, Marksizmle ilişkimiz gibi konuları mercek altına aldığı müktesebatında O, Kemalist ve sosyalist tarih anlatılarını revize eden bir anlayış sergilemiş, özellikle de Kerim Devlet tezini teorize ettiği 1967 tarihli Devlet Ana romanı'ndan sonra, tarihi çarpıtmakla suçlanarak, sert eleştiriler almıştır. 1965'de yayınlanan Yorgun Savaşçı romanı 1979'da TRT tarafından filme çekilmiş; bu yapım 1983'de Kenan Evren rejimi tarafından yakılmıştır21 Nisan 1973 vefatından sonra arşivindeki çok sayıda metni yayınlanan Kemal Tahir. kazandığı Türk Dil Kurumu, Yunus Nadi ve Cumhurbaşkanlığı gibi prestijli ödüllere karşın, romanlarının edebi kalitesi üzerinden sorgulanmış; ideolojik bagajını ve siyasal tercihlerini kurmaca metinleri üzerinden okuruna empoze eden doktriner bir propagandist olmakla itham edilmiştir.

Zihni konforunu önemsemeyenlerle, ne Musa'ya ve ne de İsa'ya yaranamayanların ikâmetgâhı olan 'Fikri Âraf'ı memleketi bilen Kemal Tahir, aydın namusu gereğince hakikatlere derin bir sadakat besliyordu. O, ezberlerini pekiştirecek kurguların, stereotip düşüncelerin, klişe tanımların, basmakalıp argümanların, eleştirilerden âzâde kılınmış tabuların esiri olmadı hiç; 'yine yanıldık!' deyişiyle taçlandırdığı samimi özeleştiriler ardından görüşlerini güncellemesini bildi daima. Batı Alemi diye tanımlanan antiteye de toptan karşı değildi aslında; eleştirdiği, Batıya hayranlık duyarken tarihinden, kültüründen, sosyolojik gerçeklerinden utanan ve kurtuluşu, Batıyı körü körüne kopyalamakta gören mukallit aydın tavrıydı.. 

Batılı manada ilkel komünal - köleci - feodal - kapitalist safhaları yaşamadığı için onlara benzer mülkiyet ilişkileri, üretim tarzı ve sınıflar kombinezonu olmayan ülkemizin sosyalizme geçişinin de, klasik Marksist yöntemler yerine; Osmanlının sömürüyü reddeden hümanist zihniyetinin güncellenmesiyle oluşacak Türk Ruhu'na özgü yerli ve orijinal bir devam yoluyla gerçekleşeceğini savunuyordu Kemal Tahir. Yazar, eleştirmen, editör ve dergici Asım Öz'ün hazırladığı, onlarca yazarın metini içeren 821 sayfalık kapsamlı Kemal Tahir Kitabı: Bir Aydın, Üç Dönem, düşünürün ülkemizin fikir hayatı, edebiyatı, politik matrixi ve sosyolojisindeki özgün yerini yetkin bir şekilde kuşatan efradını câmî, ağyarını mâni bir eserdir. Mevcudu tükenen bu referans metnin, meraklısı tarafından dört gözle beklenen yeni baskısının bir an önce yapılmasını diliyoruz. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 



57) Konu: Tâlip olmak kitap: Akademik Yıllarım

Radyo 1'in değerli dinleyicileri, merhaba; Ziyaver Şencan'ın metnini yazdığı, Berivan Erin'in yapımcılığını üstlendiği, Rıza Okur'un sunduğu Sayfaların Dilinden programının bugünkü konusu Tâlip Olmak, bahsedeceğimiz kitap Akademik Yıllarım

Olduğumuz 'benlik' ve kuşandığımız kimlik aslında, işimiz dediğimiz kariyerimiz, hayatımızı kazandığımız meşgalemiz, ömrümüzü hasrettiğimiz mesleğimiz değil de nedir Allah aşkına? İnsanın ne olmak istediğinin ve meslek olarak neye talip olduğunun manasına ve tarihçesine bakmadan önce bir tarif yapalım: Talep etmek, mahiyetini sezdiğimiz hayatın bir görüngüsünü, içeriğine az çok aşina olduğumuz varoluşun bir antitesini taammüden arzulamak ve şiddetli bir içsel yönelimle onu mülkümüz kılmaya hamle etmektir. Talebe, mezkur arzunun maliki ve gerçekleşen yönelim ve temellük fiillerinin de failidir

Düşünmekle kalmayıp, düşündüğüne dair de düşünebilen ilk tür olan homo sapiens sapiens'in avcı - toplayıcı - talancı - konar - göçer olarak yaşadığı kabaca 100,000 yıl boyunca, her yaştan insanın seçtikleri işleri, kendi tercih ve talepleri değil, hayatın ve topluluğun dayatması belirlemişti. Yaklaşık 12,000 yıl önce şafağı söken tarım devrimine müteakip yerleşik hayata geçen dönemde, çocukların oyun çağından iktisaden üretken çağlarına geçişleri daha zengin bir meslekler skalasından yapılacak tercihler üzerinden olsa da, bu dönemde de çocukların talep ve eğilimlerinden ziyade ailenin ve toplumun ihtiyaç ve dayatmalarıydı belirleyici olan. 25 asır önce Doğu Akdeniz kıyıları, Anadolu ve Mezopotamya'da toplumsal hiyerarşi, sınıflar kombinezonu ve meslek çeşitliliği artsa da, hayata atılacak gençlerin talepleri yine ikinci plândaydı. 1,000 yıl önce Orta Çağda ve yaşadığımız sosyal medya çağında da durum temelde benzerdir ve insanlığın ezici çoğunluğu için meslek ve kariyer seçiminde tayin edici olan ailenin ve sosyal çevrenin talep ve baskılarıdır, gençlerin idealleri zemininde şekillenen talepleri değil. Tüm yurttaşlara yönelik bedelsiz kamusal eğitimin ortaya çıktığı ve kitle iletişiminin patladığı son 2 asır, gençlerin, görünürde, özlemlerinin peşine düştüğü, taleplerini realize etmeye çalıştığı peryod oldu. Bu süreçte ezici çoğunluğun meslek tercihlerini güdüleyen ana motiflerse, bir ideali realize etmek ve bir rüyanın tâlibi olmak yerine, sosyal statü, toplumsal onay ve beğeni ve maddi kazanç sağlamaktır. Bunlar da aslında toplumsal normların bize aktardığı değerler setidir. Thales, Aristo, Platon, Hippokrates, Attila, İbn Sînâ, İbn Rüşt, Leonardo, Fatih Sultan Mehmet, Galileo, Descartes, Newton, Kant, Hegel, Pasteur, Einstein, Atatürk, Wittgenstein, Sartre, Kurosawa, Tarkovski, Aziz Sancar'ın da arasında olduğu insanlığın çok küçük bir kısmı ise varoluşta, hayatta, toplumda, çağda maddi kazanç, şöhret, sosyal statü gibi avantajları değil; ideallerini, ülkülerini, hayallerini gerçekleştirecekleri imkânlar aramıştır. Onlar, geleceğe dair plân ve vizyonlarının talebesi olmayı becermiş öncü şahsiyetler, medeniyet kurucu figürler olmuşlardır. Küresel eğitim sistemini kökünden değiştirmez, ideallerini önceleyen, ülkülerinin talebesi olan fertleri yetiştirecek şekilde yeniden kurgulanmazsak, selfie ve tiktok kültürünün hakim olduğu patetik ve absürt bir istikamete doğru evrilecektir global medeniyetimiz.

2008'de kaybettiğimiz ülkemizin ilk atom mühendisi, akademisyen, yazar Ahmet Yüksel Özemre'nin yazdığı Akademik Yıllarım, bu öncü bilimcinin, hayatının bütün safahatını büyük bir samimiyetle paylaştığı otobiyografisi ve kendisine ilham veren, bilimsel formasyon kazandıran, âfakını genişleten fikir mimarları olan hocalarına duyduğu vefa borcunu ödeme vasıtasıdır. Kitap, talip olduğunun mahiyetini sezen genç bir dimağ üzerinde, mezkûr sezgiyi önce iradi bir yönelime, ardından da bilgiye dönüştüren kreatif dokunuşları gerçekleştiren hocaların îfâ ettiği hayati rolü fâşetmesi bakımından ehemmiyetlidir, kıymetlidir ve okunmaya değerdir. Bir sonraki programımızda birlikte olmak dileğimizle; hoşça kalın, kitapla ve muhabbetle kalın değerli dinleyenler. 

Dünyanın en usta okçusu




Başta Akira Kurosawa olmak üzere,
Dersu Uzala'ya emeği geçenlerin
önünde saygıyla eğiliyorum.



1 - 'Her kişinin bir maksadı olmak gerek'
11. asrın başlarında, savaşçılığıyla tanınan bir Moğol kavmi yaşardı iç Asya'da. Toprağı çorakiklimi kurak ve arazisi taşlık olduğu için hayvancılık ve el sanatlarıyla uğraşan bir topluluktu bu. Yetiştirdiği okçuları ise dünyanın en iyileriydi. O çağda yaşayan en büyük ok ustası ve hocası olan bir bilge kişi, yaşı 80'i geçmiş olan Ataok da o kavmin bir ferdiydi. Ataok'un en sevdiği talebesi, ufak tefek, çelimsiz, köse bir çocuktu. Derdevur isimli bu çocuk 18'inde olmasına karşın, taş çatlasın 14 - 15'inden fazla göstermiyordu.

Ataok öyle iyi yetiştirmişti ve talebesi de öylesine yetenekliydi ki, Derdevur henüz 18'inin içindeyken, yerden yüzlerce metre yukarıda uçan kartalları vurabilir hale gelmişti. Bu durum Ataok'u gurura sevk ediyor, Derdevur'un her isabetli atışından sonra 'her kişinin bir maksadı olmak gerek, seninki uçanı kaçanı vurmak' demekten kendini alamıyordu.

Büyük diller imparatorluk gibidir; ya da, yükseltgemecilik (oksidationism), mütwitter, bildimcik böceği, dinokatür, argumentum ad gastroenterum






Toplumların (diğer bir çok şeyin yanı sıra); sosyal ve doğal bilimlere, teknolojiye, felsefeye, güzel sanatlara ve mimariye olan katkıları, onların aynı zamanda gelişmişlik düzeyine de işaret eden tezahürlerdendir. Sosyal ve beşeri gelişmişlik söz konusu olduğundaysa, devreye (gündeme) giren faktörlerin başında 'dil' gelir. 

Dilin bu bağlamda esasen ikili bir mahiyeti ve işlevi vardır.

Efruz Bey - Saatleri Ayarlama Enstitüsü - Tutunamayanlar; bir zeitgeist okuması

Ömer Seyfettin (1884 - 1920)

0 - prolegomena - medhal:

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın (23 Haziran 1901, İstanbul - 24 Ocak 1962) aramızdan ayrılışının 59. ölüm yıldönümünden yola çıkarak yazdığım bu metinde, edebiyatımızın üç 'akraba' anlatısı 'Efruz Bey - Saatleri Ayarlama Enstitüsü - Tutunamayanlar' hakkında, aslında epeydir kafamda evirip çevirdiğim bazı tespitleri, kristalize etmeye çalışacağım. Her şeyden önce, bu üç eserin birbirleriyle çok güçlü bir organik eklemlenme içerisinde olduğunu düşünüyorum. Bu nitelikleriyle onların, rahatlıkla, aynı kalemden çıkmış ve yazımı uzunca bir periyoda (1908 - 1970) yayılmış olan bir üçleme oluşturdukları söylenebilir. Bu hipotezimin altını ilerleyen satırlarda dolduracağım. Okunulan satırlar, finaline doğru, grafik sanatçısı Ethem Onur Bilgiç'in Saatleri Ayarlama Enstitüsü hakkında yaptığı üç illüstrasyon üzerinden, ülkemizin grafik roman / çizgi roman yayımcılarına yaptığım bir çağrıyı da içerecek. Dipnotlar bahsinde ise, diğer birçok denememde olduğu üzere, metnin iddialarını açımlamaya matuf bağlantılı yan temalarla, bazı kavramlara leksikolojik yaklaşımlar da yer bulacak kendilerine.

1 - Ahmet Hamdi Tanpınar

Enteresan bir kadere sahip Tanpınar; doğrusu ben, yaşarken ne maddi ve ne de manevi anlamda umduğunu bulamadığını söyleyenlerin tarafındayım. Öte yandan, ölümünün üzerinden geçen süre uzadıkça, daha çok kıymetlenen bir asâra sahip o. Gün geçtikçe bu denli kıymet kazanan bir ikinci müktesebata rastlamak zor kültür dairemizde.

Ahmet Hamdi Tanpınar çok yönlü bir kültür insanı: şair, romancı, denemeci, edebiyat tarihçisi, akademya mensubu (İÜ Edebiyat Fakültesi'nde 'kurulan 19'uncu asır Türk edebiyatı' kürsüsüne, doktorası olmamasına karşın, bizzat dönemin Maarif Vekili Hasan Âlî Yücel tarafından 'Yeni Türk edebiyatı profesörü olarak atandı) ve politikacı (aslında ona siyasetçi demek haksızlık olur, hasbelkader ve partili dostlarının zorlamasıyla giriştiği bu işe hiç ısınamamıştı, Allahtan bu eziyet kısa sürdü, isteksizliğini gören parti onu yeniden aday göstermedi).

Birçokları gibi benim için de başyapıtı olan Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü, girişte altını çizdiğim nedenler yüzünden, Ömer Seyfettin'in, döneminin münevver prototipine satirik bir üslûpla yaklaşan Efruz Bey'i ile Oğuz Atay'ın kanonik şaheseri Tutunamayanlar'ın arasına yerleştirdim ve (kütüphanecilik tekniği bakımından) en doğru raflamanın da böylesi bir konumlandırma olduğunu düşünüyorum.

2 - Zamanın Ruhu vs. Toplumsal Ruh

'Efruz Bey - Saatleri Ayarlama Enstitüsü - Tutunamayanlar' üçlemesi, hakkında konuştukları 1900 - 1970 periyoduna ait olan çok sayıdaki 'zamanın ruhu' ile, bu dönemi tarife / tasvire ehil olduğunu düşündüğüm bir ana / temel 'Toplumsal Ruh'u dillendirirler hem satırlarında hem de satır aralarında(1). Birbirlerini bütünleyen, tamamlayan ve zenginleştiren bu üç eserin içerdiği ve mezkûr dönemde Türkiye Toplumsal Formasyonu'nun yaşadığı evrimi / yönelimi / gelişimi simgeleyen çok sayıdaki sosyolojik detayla kültürel kodları ele veren o onlarca 'zamanın ruhu'nu başka bir metinde ele
Oğuz Atay (1934 - 1977)
alacağım. Üç anlatının iskeletini / omurgasını / mimarisinin taşıyıcı sistemlerini teşkil eden 'Toplumsal Ruh'a ise bu denememde kısaca değineceğim.

3 - Toplumsal Ruh

Benim kazandırdığım içerik üzerinden gidecek olursak, Toplumsal Ruh'un çok önemli bir kavram olduğu çıkar ortaya. Öyle ki, İbn-i Haldun'un o pek meşhur argümanına nazire olarak şöyle diyebilirim:

Toplumsal Ruh'u, bir toplumun kaderidir.